Paylaş
Belli ki artık kimse barış istemiyor.
Ölümüne, yok etmesine, bitirmecesine, yıkmacasına, silip atmacasına bir Türkiye sahnesi var.
Sesi çok çıkanların, mikrofonu, megafonu olanların hakaret sahnesi...
Kızgınlık dorukta.
Bu bir seçim değil. Bu bir savaş.
Tahrik tavanda...
Ben diyorum ki:
“Almanya’da Ren Nehri kenarında bir Türk, hiç tanımadığı bir kız çocuğu için kendisini feda etti. Nehrin sularına kapılan bir kızı kurtarmak için atladı sulara. ‘Bana ne’ demedi. ‘Benim dinimden mi’ diye sormadı. Ve kaybolup gitti. Adı Ali’ydi ve bir Alman kadın, Ali’yi kurtarmak için ona bir dal uzattı.”
Sonra sordum:
“Bizim birbirimize Uzatacak hiç dalımız kalmadı mı?”
Berkin ile Burakcan arasında kalanlara sordum...
Gelen cevaplara bakıyorum.
Resmen çıldırma hali.
Milletin bir bölümü, televizyonda haberlere terlik fırlatacak hale gelmiş.
Medyanın bir bölümü, körü körüne saldırıda.
Yolsuzlukla suçlanan bakanlar için “Daha suçu sabit olmadan nasıl suçlarsınız” diyen yazarlar, Gülen cemaatine bir çırpıda “örgüt” diyebiliyorlar...
Oysa Cemaat’in örgüt olması ya da bakanların suçlu olmaları bir yargı meselesi değil midir?
Peki yargı nerede?
Yargı genellikle yıllar sonra konjonktüre göre işliyor bu ülkede...
O nedenle de nefret ve öfke yükseliyor.
Çünkü adaletin işlemediği yerde, bireysel ve toplumsal öfke hortluyor.
Adaleti görmeyince, insanlar çıldırıyor, hakaret ve linç başlıyor.
Olmadık insanlara olmadık misyonlar yükleniyor.
“Yazsana kardeşim” işte böyle bir misyondur...
Dedim ya...
Konjonktürel bir adalet var.
Zamana göre bir adalet...
Mesela bir asker Başbakan’a hakaret ediyor.
Savcı o zaman da savcı. Yargıç o zaman da yargıç.
Ama dava açılmıyor.
Yıllar geçiyor. Durum değişiyor. Güç dengeleri değişiyor.
Adalet işlemeye başlıyor.
Budur işte konjonktürel öfkenin nedeni.
O yüzden uzatacak bir dalı kalmıyor kimsenin.
Kamplar, düşmanlıklar, nefret yükseliyor.
Mesela yazıyorum:
“Arkadaş, taş atacağına oy at... İşte seçimler. Niye hakaret ediyorsun!?”
Yazıyorum:
“Amacımız barış ve demokrasi değil midir?”
O sosyal medyadan cevap veriyor:
“Bırak bunları da gerçekleri yaz.”
Kimin gerçeğini?
Ben aslında ona da kızmıyorum.
Çünkü herkesin kendisine göre adalet aramaya başladığı yerde, toplumsal adaleti bulmak mümkün olmaz...
İşte yine aynı yere geldim:
“Vereceği oyları birer çivi, sandığı da tabut gibi görüp, atacağı her oyla kendisinden olmayanın tabutuna bir çivi çaktığını düşünen zihniyetle demokrasiye ulaşılabilir mi?”
“Seni sandığa gömerim” demek hangi dilde demokrasidir...
Bir tek dilde karşılığı vardır...
Nefret dilinde..
Paylaş