Paylaş
Evet Başbakan elbiselerini İstanbul’daki terzisine diktirir. Geçen gün de bakanına bir elbise ısmarladı.
Belgrad’da Hyatt Regency Oteli’nde çorba içerken anlatıyor bunu Büyükelçimiz Ali Rıza Çolak.
O an İstanbul’a Belgrad’dan bakmayı deniyorum...
Kosova’dan, Üsküp’ten, Bükreş’ten, Viyana’dan, El Hamra’dan İstanbul’a bakabilmek..
Belgradlı bir gencin İstanbul hayali mesela...
Evet böyle bir Avrupa coğrafyasındayız artık.
Sırbistan Başbakanı’nın terzisi İstanbul’da.
Ve ben, Muhteşem Yüzyıl dizisinin reyting rekorları kırdığı, her tv kanalında bir Türk dizisinin efsane olduğu Belgrad’dayım bugün.
Devlet Bakanı Egemen Bağış’ın üç başkentli gezisinde...
Belgrad, Viyana, Berlin.
İSTANBUL MARKASI
Belgrad’da anlıyorum ki “paralel tarihleri ve ikiz hayalleri” serpilmiş bir coğrafyadayız artık.
İkiz hayal...
Belgradlı bir gencin özlemleriyle Kadıköy’deki gencin hayalleri artık aynı coğrafyaya düşüyor.
TAV’ın kurduğu Üsküp Havaalanı, Limak’ın açtığı Priştina Havaalanı...
Belgrad Kalesi’ne doğru yürürken THY reklamı dönüyordu dev Eurosport ekranında.
Ve Büyükelçi’nin o sözleri:
“Bize Sırp Hava Yolları’nı satmak istiyorlar. Hamdi Bey’e söyledim...”
İşte böylesine “sınırsız bir Avrupa bahçesi”nden Akdeniz’e, oradan Ortadoğu’nun “kanlı dekorları”na kadar uzanan bir coğrafyadayız artık.
Kosova... Selanik...
Şam, Kudüs, Mostar... Bakü...
Paralel tarihlerin;
İkiz hayallerin coğrafyası.
İşte bu coğrafyada Tuna Nehri’nin nasıl paralel bir tarihten akıp, Sava Nehri’nin ikiz hayallerine doğru döküldüğünü hissedebilirseniz eğer.
Sorarsınız:
8 bin Türkçe kelime Sırpçaya nasıl girer?
Sorarsınız:
Bütün Sırbistan’daki tv kanalları Miloseviç’in yakalanmasını yayımlarken en büyük reytingi, Ezel dizisi nasıl alabiliyor Belgrad’da?
Böyle bakıyorum işte Belgrad’a.
ESKİŞEHİR
Her şehrin eskisi, aslında o şehrin gençliğidir.
Ve işte bu yüzden eskisi yenisinden daha güzeldir.
Kadimdir, sahicidir, daha bir insanadır. Ankastre değildir.
Belgrad da öyle.
Bizim her sabah sıradan bir şekilde üzerinden geçip gittiğimiz Galata Köprüsü, kendi dekorunu sırtında taşıyan bir artist gibi, sahnesindeki ışığa göre sürekli değişip güzelleşen bir Haliç mesela...
Ve Sava Nehri’nin üzerinde intiharın adını Brankov Köprüsü’ne veren o yazar gibi...
Ya da;
Mihailo Caddesi’ndeki ihtiyarın sınır tanımaz sesi... O paralel tarihimizden geliyor.
Evet; Belgrad sokaklarında bir kez daha anlıyorum ki;
Aynı sesi duyduğumuz, aynı kokuyu aldığımız, aynı ritmi hissettiğimiz bir coğrafyadır artık Avrupa.
Sınırı yoktur. Kapısı ya da bacası yoktur.
Ve başka bir zaman dilimine geçilmiştir artık.
1990’ların “Bizi de alın” yakarması geride kalmıştır.
90’larda “demokratikleşmeye”, “insan haklarına” mecburi bir “ev ödevi” diye bakan sıkıntılı, tembel ve fakir bir öğrenci imajından “biz zaten buradaydık” ve “paralel bir tarihten geliyoruz; üstelik aynı hayallerin ikiz evlatlarıyız” diyen markalar Türkiyesi’ne gelinmiştir.
İstanbul işte böyle bir markadır.
Ve biz o İstanbul’un o kadar çok içindeyiz ki...
Birbirimize kızıyoruz. Güvenmiyoruz. Öfkeliyiz. İsyanlarımız var.
Oysa içine düştüğümüz aynada kendimize bir bakabilsek; kat ettiğimiz o paralel tarihi daha iyi anlayabileceğiz.
Dün sokaklarında dolaştığım Belgrad, sessiz, uzak ve yaşlı bir akraba gibi anlattı bunları bana.
Oysa yol boyunca uçakta günceli konuşmuştuk.
İsrail krizi AB ile ilişkileri etkiler mi?
Ruhban Okulu ne olacak?
“Bu kadar gerilim iyi değil” diyen Bulgar Başbakanı’na Egemen Bağış ne cevap verdi?
Bugün bu coğrafyadaki “paralel tarihimizin ikiz hayalleri”nden gelen sorulara baktım.
Yarın Viyana’ya doğru güncelin cevapları...
Paylaş