Paylaş
“Hayır. Kesinlikle böyle bir şey yok” diyor Türk diplomat.
Peki Libya elçisine bu soruyu sordurtan şey nedir biliyor muyuz?
Libya’daki dev ihalelerin Türk firmalara verilmiş olması.
15.3 milyar dolarlık bir “şantiye cephesi”dir Libya.
Yılda 2 milyar dolarlık inşaat malzemesi ihraç ediliyor.
Dünya çapında bir yatırımdır bu. Dünya devlerinin iştahını kabartan bir şantiyedir Libya cephesi...
Neden mi cephe diyorum?
Biraz geri gidelim...
Mustafa Kemal, Selanik’teki İttihat Terakki toplantısında, Enver Paşa ve arkadaşlarına, “Ya üniformayı çıkartıp siyaset yapın, ya da üniformayla yalnızca askerlik yapalım” diye çıkıştıktan sonra Cemal Paşa tarafından Trablus’a sürgün edilmişti.
Mustafa Kemal elinde tahta bir bavulla çıktı Kuzey Afrika’nın çöl sıcağına doğru.
Libya cephesiydi. İtalyanlara karşıydı.
Daha önce Suriye cephesindeydi.
Ve tabii efsane kahramanlık Çanakkale...
Niye yazıyorum bunları?
Çünkü artık “cephe” kavramı değişmiştir.
Birinci dünya savaşındaki Libya cephesi bugün bir “şantiye” olarak karşımızdadır.
O cephe artık silahlarla değil; şantiyelerle çizilmektedir.
Bu dev girişim ordusu Libya’daki şantiyelerde çalışan müteahhitler, mühendisler, işçilerdir.
Tank, top yerine iş makineleri vardır. İtalyanlar yine vardır. Fransızlar yine.
Ama bu defa “şantiye cephesi”ndedir savaş.
Libya’daki 25 bin kişilik “girişim ordusu” kolay bulunmaz.
Orada bu muazzam pastayı alan Türkler kıskanılır. Rakipleri fırsat kollar.
İngiliz, İtalyan, Japon devler, “Bir sendelese şu Türkler” diye bekler.
İşte bu yüzden önemlidir Libya cephesi.
Oradan Afrika’nın içlerine kadar gider. Kongo’ya, Kamerun’a, Nijerya’dan daha içlere...
Bu yüzden diyorum ki:
Libya cephesindeki şantiyeler boşaltılırken, bunun bir “kaçış gibi” değil, “Türk vatandaşlarının güvenliği için geçici bir önlem” olarak sunulması gerekir.
Türk devleti elbette kendisini güvende hissetmeyen vatandaşlarını ülkesine getirecektir. Bu normal ve doğaldır.
Ama tam bu noktada oradaki firmalara çok önemli bir iş düşmektedir. Şantiyeleri kuşatan “fısıltı paniği”ni iyi analiz etmelidirler.
Türk firmaları savaşın ortasında, Irak’ta, Afganistan’da iş alarak, dünya devlerine karşı çıkabilmiştir.
Yani risk alabilen bir girişim ordusudur bu.
Bu yüzden büyük özverilerle alınan o “şantiye cephesi”ni özenle korumak gerekiyor.
İKİNCİ YAZI:
Hoca
İÇİNDE macerasıyla yaşamıştır.
Hayalleriyle. Hiç dinmeyen hırsıyla. Kendine kurduğu dünyada, hakimiyetine inanarak yaşamıştır.
Tank fabrikasını, uçak fabrikasını, gözleri parlayarak istemiştir.
Siyasetini seversiniz sevmezsiniz.
Ama onun zekasından örülmüş siyasi konuşmalarını dinlerken bir yerinde mutlaka gülersiniz.
Mesela muhalefeteyken iktidara “kadayıfın altını” gösterir. İktidardayken de muhalefete “glu glu dansı” yaptırır.
Bir renkti Erbakan Hoca.
Bir dönemin uzun sürmüş bir sabrıydı.
Çekilmek ve yenilmek bilmemiştir.
Kurduğu partiler kapatıldığı gece yenisini kurmuştur.
İnatçı değil, direnişçidir.
Allah rahmet eylesin...
ÜÇÜNCÜ YAZI:
Adalet Bakanı’nın mektubu
ADALET Bakanı Sadullah Ergin’den bir mektup aldım. Çok nazik bir mektup.
“Geciken adalet” ve “cezaevlerindeki tutuklu sayısının hükümlü sayısını geçtiğini ” içeren yazımla ilgili göndermiş.
Diyor ki;
“Bakanlığımızın reform çalışmalarını kamuoyuna yansıtmakta eksiklik olduğunu gözledik. Bilgi eksikliğini gidermek amacıyla size reform çalışmalarımızı gönderiyorum.”
Çok özenle hazırlanmış üç dosya...
“Adalet bakanlığı stratejik planı 2010-2014”.
Daha ilk bakışta dikkatimi çeken çok ilginç bir başlık var...
“Güçlü Yönler” ve “zayıf yönler”...
Diğer başlık:
“Fırsatlar” ve “Tehditler.”
ZAYIF YÖNLER olarak şunları sayıyor:
- Mahkemelerin iş yükünün fazlalığı ve yargılama süresinin makul süreyi aşması.
- Adalet personelinin özlük haklarının yeterli olmaması...
- Hakim ve savcıların yargı fonksiyonu dışında çok sayıda görevi olması.
- Adalete erişim imkanlarının istenen düzeyde olmaması.
- Halkla ilişkiler konusunda yeterli olunamaması.
Bir de “TEHDİTLER” başlığı var:
- Kamuoyunda yargıya güvenin istenilen düzeyde olmaması.
- Yargı bağımsızlığı, tarafsızlığı ve hukukun üstünlüğü ilkelerinin yeterince özümsenmemiş olması.
- Medyanın yargıyı etkileme yönündeki eğilimi.
- Hükümlü ve tutuklu sayısının giderek artması.
- Kadın ve çocuk haklarını koruma mekanizmasında sorunlar olması.
FIRSATLAR ve GÜÇLÜ YÖNLER maddelerini yazmıyorum.
Çünkü burada beni etkileyen, bakanlığın çok ciddi bir “özeleştiri çizelgesi” yapabilmiş olmasıdır.
Bu kadar kapsamlı bir özeleştiri yapılması çözüm ve reform için çok önemli bir adımdır.
Paylaş