Paylaş
Gazeteciliğe başladığım kentte.
Gençlik yıllarımın çılgın şehrinde.
Pasaport’ta Atilla İlhan’ı...
6.45 vapurunda Engin Yavuz’la Yaşar Aksoy’u...
Karaburun’daki nilüfer denizini konuştuğumuz o ışık şehri...
Bu defa Hürriyet Dünyası’nı anlatmak için gittik.
İzmir dünyasına bir Hürriyet Dünyası’nı sunmaya geldik.
Ve neredeyse o güzel şehrin her yerindeydik.
Ahmet Hakan üniversitede ‘Tarafsız Bölge’ kurdu.
Ertuğrul Özkök genç işadamlarına hayatın renklerini anlattı.
Deniz Sipahi çok anlamlı bir sunum yaptı.
Enis Berberoğlu ve ben de Egeli sanayicilere Hürriyet’in yeni yüzyıla açılan medya devrimini anlattık.
İzmirliye yakışan sorular soruldu.
Sahici sorular...
Sözünü, harfini esirgemeyen sorular.
Çoğunu çocukluk günlerimden tanıdığım için biraz da gözlerim dolarak dinledim.
Eskilere gittim.
Mesela Yeni Asır günleri.
Dinç Bilgin’in Yeni Asır’ı bir okuldu.
Bilgin’den gazetenin yalnız haberden ibaret olmadığını öğrenmiştik.
Görsellik, zekâ, cesaret ve yorum diye bir fark vardı.
Güngör Mengi elinde büyüteç, saatlerce fotoğraflara bakardı.
Biz de arkasında.
O zaman anlamıştık.
Fotoğraf yalnızca bakılacak bir dekor değildir.
Fotoğraf her şeyi anlatabilir.
Salim Abi’nin (Varlı) yüzüne bakarak anlardık ne kadar satacağımızı o gün.
Çünkü o dağıtırdı gazeteyi. Yazı işleri toplantısına girerdi.
Manşetlere göre verirdi satış rakamlarını.
Onunla öğrendik dağıtımın hassasiyetini.
O yüzden İzmir ve Yeni Asır hayatımın ilk uzun mesafe limanıdır benim.
Ve o yüzden Hürriyet’in medyatik devrimini anlatırken Yeni Asır’daki dijital devrimler geldi aklıma.
Sevgili arkadaşım ve Genel Yayın Yönetmenimiz Enis Berberoğlu, global hayallerimize yelken açmak için nasıl bir gemi inşa ettiğimizi anlattı.
Ve şimdi geminin en haylaz, en arkadaş kaptanıdır.
Ve inanın, şu anda biz öyle amiral gemisi falan olma peşinde de değiliz.
Biz yalnızca gençliğin ve hayallerin gemisiyiz.
Enis anlatırken düşündüm.
“Şu son 1 yılda inanılmaz şeyler yaptık. Peki, neden anlatmıyoruz?”
Demek ki anlatmaya başlayacağımız ilk liman İzmir’miş.
O yüzden şimdi anlatıyorum.
Vuslat Doğan Sabancı’dan gelmişti ilk kıvılcım.
Dünya giderek internet üzerinden çok geniş zamanlı global bir medya ağına dönüşüyordu. Artık hiçbir yayın tek başına değildi.
Tek kanallı televiziyon döneminin bittiği gibi.
Tek mecralı haber dönemi de bitmişti.
Haber kavramı da değişmişti.
İnternet bir yerde, gazete bir yerde. Tablet, mobil ayrı bir yerde olamıyordu.
Oturduk masanın başına ve dedik ki:
ARTIK GAZETENİN YAPILDIĞI YAZI İŞLERİ MASASINI KALDIRIYORUZ.
Peki, yerine ne geliyor?
YAYIN MASASI.
Gazetenin, internetin, mobilin, tabletin, WEB TV’nin aynı masanın etrafında buluştuğu bir medyatik merkez...
Evet, şimdi artık oradan yönetiliyor Hürriyet Dünyası...
Bakın Hürriyet gazetesi demiyoruz.
Hürriyet Dünyası...
Haberler o yayın masasından dağılıyor. İnternete, WEB TV’ye, tablete, gazeteye...
Ve bu yapı öylesine
global bir organizasyona dönüştü ki...
47 yıldır yayın hayatında olan Hürriyet Avrupa’nın redaksiyonu da artık yayın masasına bağlandı.
Dijital çağın içerik fabrikasıdır artık bu yapı.
Peki, globalle yerel nasıl buluşacak?
İşte bu sorunun cevabıdır İzmir’de olmamız.
Sonra Antalya, Bursa, Gaziantep, Kayseri,Trabzon, Samsun...
Yani bütün Anadolu...
Artık bölgelerimize özel yayınlar yapılıyor.
Ve inanılmaz bir hızla.
Mesela gece Trabzon’dan bir haber ya da bir maç sonucu...
Gece yayın masasında İzzet Doğan var.
Bir sihirbaz hızıyla ve kuyumcu titizliğiyle haber ya da fotoğraf anında yayında.
Evet, işte artık böyle bir Hürriyet Dünyası var.
Dijital medyanın yayın masası.
Neden mi anlatıyoruz bunu?
Çünkü artık medyanın bir tek merkezi yok.
O yayın masasının bir ağ gibi sardığı interaktif bir katılım medyası var.
Yani siz varsınız.
Yani yalnızca İstanbul’dan bakan bir göz yok.
Bugün İzmir’den, aynı anda Berlin’den, hemen sonra Samsun’dan bakabilen interaktif bir göz...
Hiçbir şekilde taraf olmayan hiçbir kampa tabii olmayan bir yayın.
Kısaca hep birlikte güncelin tarihçisiyiz...
İKİ YIL ÖNCE OLSAYDI
İşte bunları anlatmak için İzmir’deydik.
Ve beni en çok mutlu eden de AK Parti milletvekili İlknur Denizli’nin şu sözü oldu:
“Fatih Bey Osman Baydemir’i iki yıl önce sizin konuştuğunuz bu toplantıya çağırmıştım.
O zaman İZSİAD için çağırmıştım. Ama beni yerden yere vurdular. Bir tek siz destek vermiştiniz. Bakın şimdi barış için her türlü görüşme oluyor. Keşke iki yıl önce başlasaydı, değil mi?”
Ne demek lazım şimdi Denizli’ye...
İstanbul’a dönerken düşündüm bu soruyu.
11 bin metrede cevabım şu oldu:
“O zaman başlatabilseydik bu barış ortamını. İki yıldır o çocuklar ölür müydü?”
Ya da:
“30 yıl önce anlasaydık birbirimizi. Bu kadar ağlar mıydık?”
Paylaş