Paylaş
Ankara’da kısa bir tur yaptım... Sonuç şu:
1) Hükümet TÜSİAD’ın bu görüşünü ciddiye almıyor.
2) IMF, yatırımların kısılması konusunu şart koşuyor. Kamu harcamaları kısıtlanmalı diyor...
3) Hükümet ise şöyle düşünüyor: "Sağlıktan, eğitimden, güvenlikten kısamayacağımıza göre, tek kesinti yatırımda olacak. Bu da ekonomiyi daraltacak. Türk ekonomisi çok zarar görür. Buna izin veremeyiz."
Yani IMF anlaşması ciddi şekilde zora girdi.
İKİNCİ YAZI
Bir deniz yarbayı olamadım
KLEYANTİ Kalyonidis... Bir Osmanlı zabitiydi... Çanakkale’de üzerine yağmur gibi yağan mermiye, cehennem ateşi gibi bombaya karşı; "Vermem size bu İstanbul’u" diye bağırırken vurulmuştu....
DEDEM ÇANAKKALE ŞEHİDİ - VİDEO
Kleyanti Kalyonidis’in ruhu, şimdi "Çanakkale içindeki o aynalı çarşıda"dır...
Yanık teni bir mezar taşına vurmuştur...
Her yıl Çanakkale şehitleri için törenler yaparız ya... İşte tam orada yatmaktadır...
Şehittir...
EN BÜYÜK İDEALİM
Memleket kurtulur. İşgal yılları biter... Osmanlı son bulur. Cumhuriyet kurulur... Kalyonidis’in ailesi gitmez... "Benim memleketim burası" der ve Kalyoncu soyadını alır...
Önceki hafta Büyükada’da Fıstık Ahmet’in "göç edenler üzerine" kurduğu yeni kitabını konuşurken, yan masada Fedon vardı. Sohbeti duydu geldi. Fedon işte o Çanakkale şehidi Kleyanti Kalyonidis’in torunudur...
Evet, Fedon Kalyoncu...
Bir ara söz Başbakan Erdoğan’ın "geçmişte azınlıklara yapılanların faşizm olduğu"nu içeren çıkışına geldi... İşte o zaman Fedon’un yüreğinden sanki bir fırtına yükseldi.
Belki de Fedon’u hiç böyle dinlemedik... Onun müziğinin arkasında nasıl bir "iç sızısı" olduğunu anlamadık...
Bakın ne diyor:
- Ben dedesi Çanakkale’de şehit düşen, babası 5 yıl askerlik yapan, 24 ay askerlik yapmış Fedon Kalyoncu’yum. En büyük idealim bir deniz subayı olmaktı. Hem denizi sevdiğim için, hem de o subay üniformasını gördükçe...(duruyor) Şu Heybeli’den geçerken o subay üniformalarını görünce... (yine duruyor) Benim idealimdi... (derin bir nefes alıyor) Hocam ne yaptımsa olmadı ya...(burada sesi titriyor) Olamadı. Ne yaptıysak olmadı. Her türlü formaliteyi yaptık. Sabıkan var mı? Yok... Liseyi bitirdin mi? Bitirdim.. Her şey uygun. Yasal bir sorun yok. Ama olmadı işte... Milletvekili olabiliyorum. Belediye başkanı olabiliyorum. Ama çöpçü olamıyorum. Polis olamıyorum. Benim sizden neyim eksik. Bunu yıllar önce sordum. Hálá soruyorum. İçimde dert olarak kalan işte budur.
İÇİMDE YARADIR
Fedon’un bu söyledikleri Başbakan Erdoğan’ın açtığı tartışmanın tam ortasına düşüyor. Belli ki sıkıntı büyük... Fedon’un içinde eskitemediği fırtına dinmiyor:
- Gönül isterdi ki, bir deniz yarbayı Fedon. İşte bu içimdeki yaradır... Hocam şurda zaten kala kala bin tane Rum kaldık. Hepsi polis olsa, ordu kursalar ne olur yahu? Bak ben olamadım. İçimde bir yara. Benim senden ne farkım var. Bana gavur diyenin dilini kopartırım. Kimse bu memleketi benden daha fazla sevemez...
Fedon’un bu sözleri karşısında tutulup kaldım doğrusu... Tıkandık. Fıstık Ahmet durdu. Nebil Özgentürk sustu... Diyecek ne var?
KORKU REFLEKSİ
Aslında bu sözleri vicdanımızdaki o sınırsız mahkemeye almalıyız. İnfazı olmayan açık bir duruşma olmalı. Çünkü kararı geçmiş için değil, gelecek için vermeliyiz. Çünkü en büyük acılardan birisidir Fedon’un bu söyledikleri... Çünkü, cumhuriyet sonradan bir "korku refleksi"ne yenik düştü. Her şeyden korktu. Sınırlarını kapattı.
Oysa Kurtuluş Savaşı’nın evlatlarının böyle korkuları hiç olmadı.
Çünkü onlar, Yemen’de, Suriye’de, Trablus’ta, Çanakkale’de beraber çarpışmış, birlikte ölmüşlerdi... Bugüne gelince...
Fedon’un bu çığlığı şimdi de geçerli mi?
Yani adı Fedon olan bir subayımız ya da polisimiz var mı?
(Fedon’un bu sözlerini cep telefonuyla videoya aldım. İzlemek isteyen için hurriyet.com’da...)
ÜÇÜNCÜ YAZI
’Yüz’ desen yüzemez ama onun adı: Gemi
DAHA ne yapmak gerekiyor bilmiyorum... Göcek’te bir koy... Dünyanın en güzel koylarından... Yıllardır oraya "demirli gibi" duran ve "gemi olduğunu" iddia eden bir şey var..
Evet bir şey...
Kahraman Sadıkoğlu getirmiş koymuş oraya. (Şimdi orada değilse bile, yakında gelir.) Bahçesi var. Balkonları. Oturma odası, salonlar. Ne isterseniz o var. Partiler verilir. O partiler sosyete dergilerine kapak olur. Ama adı gemi... Hadi şurdan İstanbul’a kadar yüz deseniz. Gidemez. Körfezi zor çıkar. Ama adı gemi. Böyle olunca da kıyıya "demirlemiş gibi" yapıyor. Bir "denizkondu" yani... Oysa oraya bırakın ev yapmayı, iskele bile koyamazsınız.
Ama Sadıkoğlu kolayını bulmuş... Nasıl olduysa o şey için "gemi belgesi" almış. Yüzdür deseniz bir yere gidemez. Bir nevi "şamandıra"... Geçen yıl Sadun Boro gibi bir denizci piri ve Osman Atasoy, (şimdi yelkenlisiyle dünya turunda) sormuştu:
Madem gemi diyor, öyleyse İstanbul’a kadar bir yükselsin bakalım...
EY YETKİLİLER
Şimdi bir kez de ben soruyorum:
Ey o kıyının kirlenmesine göz yuman Çevre Bakanlığı...
Ey o şeye "tonalito belgesi veren" Denizcilik Müsteşarlığı...
Ey buna göz yuman Muğla Valisi...
Siz hiç denize girmez misiniz? Sizde doğa sevgisi yok mu?
DÖRDÜNCÜ YAZI
Gurur gecesi
BU yazıları acaba kaçınız gazeteden, kaçınız hurriyet.com’dan okuyorsunuz.... İlle de "elimde gazete olsun" diyenler var. Ya da, "ben internetten takip ediyorum" diyenler...
İkinci grup gençler... Yani gelecek...
Benim bildiğim şey ise şu:
- Her gün on binlerce okur yorum gönderiyor. Birbirine mesaj atıyor. Tartışıyor. Beni eleştiriyor. Suçluyor. Övüyor. Tebrik ediyor. Örneğin engelli vatandaşlarımızdan bana gelen "duaları, tebrikleri" hiç unutmuyorum... "Yerel yönetimler güçlenmeli" dediğimde beni çok ağır bir şekilde suçlayanları da saygıyla karşılıyorum...
Niye biliyor musunuz? Çünkü açık toplumun, özgür düşüncenin tam ortasında yaşıyorum da ondan...
hurriyet.com’da yani...
Şimdi artık Aleksa sonuçlarına göre hurriyet.com. haberde 1 numara oldu. Her gün yaklaşık 2 milyon insan Türkiye’yi ve dünyayı buradan takip ediyor. İşte bu yüzden bu başarıyı kutlayan bir gece yaptık. Gecenin özeti şudur:
- 25 yıldır yazıyorum. Ve son 2 yıldır sizinle konuşabiliyorum...
- Eleştireni de, suçlayanı da, öveni de çok seviyorum...
- Çünkü onun tepkilerini anında hissedebiliyorum...
Acaba bu mutluluğu 2 milyon okurumuzla paylaşmak istesek ve bir "okur gecesi" düzenlesek...
Sizce kaç stadyumu ya da meydanı tutmamız gerekecek... Şaşırmayın... Onu da yaparız bir gün...
BEŞİNCİ YAZI
Gay hakeme destek
EŞCİNSEL Hakem Halil İbrahim Dinçağ... Ayşe Arman konuştu onunla... Arman’ın yazısını hurriyet.com’da yayınladık. Ve on binlerce destek aldık. Eşcinsel olduğu için hakemlikten alınan Dinçağ’a millet çok büyük bir destek verdi. Şimdi on binlerce kişi onun hakemliğe iadesini bekliyor. Yani insanlığı bekliyor. Ben bu olayı bir türlü kabul edemiyorum. Bu yüzden de peşini bırakmıyorum. Eğer adalet varsa, herkes için vardır. Bu ülkede artık inancına, rengine, kökenine, cinsiyetine göre kimse acı çekmemeli. Bu yüzden spordan sorumlu Devlet Bakanı Faruk Nafiz Özak’ı aradım. Özak açık yürekli konuştu:
- Doğrusu ben de kabul edemiyorum. Cinsel tercihi yüzünden böyle bir uygulama olmamalı.
- Peki ne yapılabilir?
- Tabii Futbol Federasyonu özerk bir kurum. Benim doğrudan bir etkim olamaz. Ama kendileriyle konuşacağım. Çünkü bu olacak şey değil.
Evet son nokta bu...
Şimdi Özak’ın yapacağı konuşmayı bekliyoruz... Umarım adalet yerini bulur...
ALTINCI YAZI
Alman vizesi hakaret
UĞUR Ergan yazdı... Almanya’nın "vizesiz Türk vatandaşı" uygulamasının ardında nasıl bir hakaret var?
Türk vatandaşlarını, işadamı, kamyon şoförü, sanatçı diye ayrıma tabi tutarak "vize verilmesi" nasıl yorumlanmalı? Peki bir devlet, bir başka devletin vatandaşlarını böyle ayrıma tabi tutup, mal gibi sınıflandırırsa, bu durum kabul edilebilir mi?
Göreceğiz...
Bakalım Ankara ne yapacak? Ama benim daha ilginç bir sorum var:
- Düşünce tarihinin en büyük beyinlerini çıkartmış Almanya’dan bakalım bir tepki duyulacak mı?
Örneğin Alman Sosyal Demokrat Partisi...
Sosyal demokrasinin en temel kuralı olan "sosyal adalet" ilkesi için... Üstelik "sosyal adaletin" yalnız Alman vatandaşlarına değil, insanlığa ait olduğunu iddia eden bir parti olarak...
Bakalım ne diyecek?
Paylaş