Paylaş
Tıkanıp kalmıştım.
Evladı Fatihan... Kanımı tutuşturan o söz..
Filiz Bükreş’te yaşayan bir Türk kızıydı... Bize bakarken gözlerinin içi gülüyordu...
“Biz buralarda kaldıysak tarihimizden uzakta kalmadık ki...” diyordu...
Oralarda yaşayanlar arasındaki “yardım ve dayanışma duygusu”nu anlatıyordu Filiz...
Gece yarısı mağaza açtırıp şehit babası giydirenleri görünce Filiz’i hatırladım...
Ve ben şimdi onun açtığı kapıdan geçerek diyorum ki;
Öyle yapma kardeşim...
Göstere göstere... Utandıra utandıra... Acıta acıta... Eze eze...
“Sen yoksulsun. Yoksun. Toprağın yok. Evin yok. Mutfağın yok. Buzdolabın yok. Gömleğin yok. Cebin yok. Kaydın yok. Sen aslında yoksun” der gibi yapma...
Sultan Fatih demişti ki;
“Yardım gece karanlıkta kimse görmeden yapıla...”
Ve tabii en önemlisi;
“Bir elin verdiğini diğer el görmeye...”
Bunu anlıyor musun?
Gece yarısı şehidin ailesine mağaza açtırtıp giydiren belediye başkanı...
Anlıyor musun?
Oğlu kefeni giymiş... Sen ona altın işlemeli kaftan giydirsen nedir ki?
Anlıyor musun kümes gibi evi görünce ailesine ev bağışlayan TOKİ...
Neden bize gösteriyorsunuz...
Neden reklam ediyorsunuz?
Neden o babaya; “Bizi çok burdular” dedirtiyorsunuz...
Utancın uçurumunda elsiz ayaksız bırakıyorsunuz...
Şimdi birisi çıkıp da;
“Evimiz olması için oğlan mı vermeliyiz” dese...
Bak şimdi şehit Muhammed’in Kirazlıyayla’daki köy evine 12 bin lira harcayıp, buzdolabı çamaşır makinesi alıyorsunuz...
Neden bunu sessiz sedasız yapmıyorsunuz...
İnsan onurunu, kalbini, vicdanını, gururunu yerin dibine batırıyorsunuz...
Anlıyor musunuz...
Yardımın nasıl bir saygı ve sessizlikle yapılacağını düşünüyor musunuz?
Çuvalla kömür, kamyonun arkasından ekmek dağıtıp birbirini ezdirenler bunu nasıl anlar bilmiyorum...
Ama benim söylediğim şudur:
Öteki ele dikkat edin... Kırıp dökmeyin... O yardımın ağırlığıyla ezip tüketmeyin yoksulu...
Tamam mı? Ey evladı Fatihan...
İKİNCİ YAZI:
Ölü askerlerin arkasından
Siz hiç evladınızı toprağa verdikten sonra yapayalnız kaldınız mı?
Törenler bittikten sonra...
Konu komşu çekildikten sonra...
“şehitler ölmez vatan bölünmez” sloganlarından sonra...
Bakın nasıl oluyor...
Önce yavaş yavaş çekildiler...
Sırtları dönük, ağır adımlarla yürüdüler...
Gözyaşlarını bırakıp gittiler.
Bayrakları ve törenlerini aldılar. Fotoğrafını astıkları merasimlerini bir sonrakine kadar katlayıp koydular...
Esas duruştan selam duruşa, oradan annesinin ayakta duramayan haline geçtiler..
Sonra toprak, karanlık ve ıslak bir örtü gibi yayıldı üzerine...
Sonra kimse kalmadı... Issız bir serinlik.
İmamın kısık sesinden artan birkaç sure...
Sonra annesinden bir hıçkırık... Babasından bir kasılma...
Ve artık kanamayan yarasıyla, o zifiri boşluğa doğru öylesine hızla düşüyordu ki;
Acılarımıza ve utancımıza çakılmamak için ruhu bir paraşüt gibi açıldı bedenine..
Sonra işsizlikle kararmış gençliğini alıp gittiler...
Anı olarak çocukluğunu bıraktı annesi yalnızca...
Yavaş yavaş çekildiler. Onlar çekildikçe yalnızlığı büyüdü. Yalnızlığı büyüdükçe acısı küçüldü.
Yok oldu benim sevgili yavrum...
Evladım, kardeşim... Bıraktık onu...
İşte hep böyle oluyor...
Biz televizyonlarda izledikten sonra günlük işlerimize dönüyoruz...
Onlar bir yere dönemiyor...
Artık bir mezartaşı sessizliğiyle yaşıyor annesi...
ÜÇÜNCÜ YAZI:
Sıdıka’yı kurtarmak
HASTANEDE yatıyor şimdi... Öyle kötü dövmüş ki kocası...
Hamide görünce korkmuş...
“Mahvetmiş kızı Fatih Abi” diyor...
Daha önce yine dövdü adam. Yüzünü kesti... Sıdıka şikayetçi oldu. Mahkeme kocasını uzaklaştırdı. Ama sonra yeniden verdi kızı adama...
Ve yine o facia...
Doktorlar “bilinci kapalı” diyor...
Orada nasıl bir bilinç var ki... Küçük gelinlerin mal gibi satıldığı, sonra bir kenara fırlatılıp atıldığı yerde nasıl bir bilinç olabilir ki...
Aşiret ve ağa düzeninde nasıl açık bir bilinç olabilir?
Kapattılar işte Sıdıka’nın da bilincini...
Peki şimdi ne olacak?
Onlarcası, yüzlercesi gibi Sıdıka bilinmeyen bir mahkeme tarafından “dayağa mahkum edilmiş” olarak yaşıyor?
Adam kaçak... Çocuklar ne olacak?
Taş atan çocuklar için yasa çıkartanlar, acaba küçük kız çocuklarına, küçük gelinlere “dayak atan adamlar” için de bir yasa çıkartamazlar mı?
Dün bu soruları daha doğrusu bu acılı kaderi önce Devlet bakanı Aliye Kavaf’a sonra Van Valisi Münir Karaloğlu’na sordum...
İlk haber sevindirici...
“Çocukları sevgi evine aldık” diyor Karaloğlu...
- Peki Sıdıka ne olacak?
- Kocası aranıyor. Zaten daha önceden suçu var. Şimdi iki cezayı birden çekecek. Yani yakalanınca cezaevine girecek...
- Sıdıka?
- Güvenlik nedeniyle bu konuda bilgi veremem. Ama bilin ki, başka bir yerde çocuk-larıyla birlikte yeni bir hayata başlatacağız.
Babayla koca arasına
Sıdıka aslında o eve gitmek istemiyormuş...
Baba “Çocukları getirme” diyor. Bu yüzden Sıdıka dayağa mahkum oluyor...
Dayakla çocukları arasında sıkışıp kalıyor. Elbette çocukları için dayağı seçiyor.
Üçüncü yolu seçenler de var...
Sabaha karşı odalarında asılı bulunuyorlar...
İçlerinde yıllarca intihar biriktiriyorlar. O acılı kaderlerini görürler diye, aynaya bile bakmaya korkuyorlar. Gözlerini kapatıp boşluğa bırakıveriyorlar bedenlerini...
Evet, Sıdıka’nın bilinen macerası bu...
Peki ya diğerleri...
Gece yarısı yorganların altında ağlayan küçük gelinler...
İntiharla taciz arasına sıkışmış şüpheli ölümler..
Bitkisel hayatlar. Felç geçirmiş ruhlar. Tecavüze uğradığı için annesi tarafından zehirlenen küçük kızlar...
Utancımızdan görmek, duymak istemediğimiz acılar; her gün önümüze birer siyah çelenk gibi bırakılmaktadır.
Paylaş