Paylaş
Kamerun sokaklarında tanımıştım onu.
Kölelik sanki biz gelmeden birkaç gün önce bitmişti.
Öyle bir soru işaretinden bakıyorduk rengarenk giyinmiş insanlara.
Cumhurbaşkanı Gül’ün bir gezisiydi. Yeni Şafak’tan Yusuf Ziya, Akşam’dan İsmail Küçükkaya, Zaman’dan Mustafa Ünal, Fehmi Koru gibi isimlerle, fırsat bulup bırakmıştık kendimizi sokaklara.
O Beyrut’u yeni yazmıştı.
Ve Afrika’yı konuşurken, baktım hayatı konuşuyoruz.
Dahası;
Hayatın kahkaha tarafında yürürken yakalamıştık kendimizi.
Okul kırmış çocuksu bir ifadeyle;
Ceketler omuzlarda;
Başkent Yaounde’nin kırmızı ışıksız trafiğinde serseri bir yolculuktaydık.
Ve bilinmedik sokakların keşfi beni hep tahrik ettiği için;
Aniden saptığım bir sokağın “kafesi”ne çıkmıştık.
Sonra şiir başlamıştı...
Afrika’nın o “pervasız ritmi”nde, Yusuf Ziya isteyince;
Ben bir İsmet Özel okumuştum. Sonra Mustafa Ünal’dan başka dizeler.
Yusuf Ziya’nın Necip Fazıl’ı getirdiği Afrika’da;
Fehmi Koru ezbere okuyordu. Gülüyorduk, konuşuyorduk.
Sonra biraz Beyrut’u anlattırmıştık ona. İyi kitaptı. İçimizdeki oryantali ayaklandırmıştı.
Peş peşe güzel yazılar yazdı oralardan.
Baktım ve konuştukça anladım ki;
İçinde bir yerlerde, muzip, mahcup ve mürekkebi soru işaretlerine ayarlı bir kalem var.
Tanıyınca daha çok sevdim. Ama sonra bir daha görüşemedik.
Şimdi yazmıyor artık. Ve son olarak dün Radikal İki’de fotoğrafını görünce;
İçimdeki elektrikler kesilmiş gibi geldi bana. Karardım.
Afrika’daki arkadaşım Ece Temelkuran!
Kim neden ayırdıysa yazılarını bizden;
Ne yaparlarsa yapsınlar özlemişim seni.
Ve bak şimdi seni hatırlayınca;
İçimdeki aynaya biraz daha yaklaştım.
Sevgili Ece;
Her insan hayatı;
Eğer iyi anlaşılırsa;
Kendi meşrebinde biraz tarih, biraz da masaldır.
Ben de bir ders çıkarttım kendi masalımdan.
Mesela geçmişte;
Meclis’ten çıkartılıp kafasına basılarak polis otosuna bindirilen Merve Kavakçı ya da Leyla Zana için neden ses çıkartmamıştım?
O günlerde bazı gazeteciler sürgüne gönderilirken, bazıları işten atılırken neden susmuştum?
Ve bugün;
Eğer kendi masalımın derslerine ihanet etmeyeceksem;
Şimdi neden susacağım ki?
İKİNCİ YAZI:
Böyle bir kader öyküsü ancak filmlerde görülür
ÇOK insani bir soru;
Günlerdir bir matkap gibi dönüyor içimde:
- Acaba “şüpheli” olduğunu ilk duyduğunda ne hissetti?
Ve bu soru;
Acaba hangi filmin iç sızlatan sahnesini hatırlatabilir?
Ya da hangi romanın en çarpıcı bölümünü.
Bulamadım.
Hala düşünüyorum.
Ve bir anlam vermeye çalışıyorum.
Bir anlam verebilmek için alfabeden umudumu kestim. Sözlüklerin tükendiği yerde;
Ancak; “Garip”, “tuhaf”, “şaşırtıcı”, “hadi yaaa” diye bir tepki verebiliyorum.
O kadar çok komplo teorisi üretildi, o kadar çok yorum yapıldı ki;
Bu yüzden bir yorum yapmıyorum.
Ben daha çok bir ruh durumuyla ilgiliyim.
Ve şimdi bütün o madeni ifadelerden, ukala yorumlardan, şeytanın aklına gelmeyecek komplo teorilerinden ve paslı saplantılardan uzakta;
İçimde bir matkap gibi dönen o sorunun cevabını arıyorum:
- Acaba “şüpheli” olduğunu ilk duyduğunda ne hissetti?
- Sırtından ruhuna doğru bir hançer acısı mı?
- Kısmı bir şok.
En yakınındaki dostuna kısa ve şaşkın bir bakış?
- Bir sendeleme. Bir boşluğa doğru düşme duygusu?
- Mücadeleyle geçmiş meşakkatli bir ömrün silinip gitmesi mi?
- Ya da bir uçurumun kenarından gökyüzüne doğru bir haykırış mı?
Ne hissetti çok merak ediyorum.
Devletin bekasına adanmış bir ömrün son durağında nasıl bir şoktur bu.
Nasıl bir kaderdir?
Ya da kader midir?
Bilemiyorum.
Ama bildiğim bir şey var o da şudur:
“PKK soruşturmalarında şüpheli ilan edilen MİT eski Müsteşarı Emre Taner, hayatının 30 yılını PKK terörünü bitirmeye, Kürt meselesini çözmeye adamıştır.”
Bunun en yakın tanığı Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’dür.
Başbakan Tayyip Erdoğan’dır.
Görevdeki MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın nasıl şüpheli olduğunu zaten anlamadım.
Ankara’da görev yaptığım dönemde, o zaman MİT Müsteşarı olan Taner’le birkaç kez sohbet etme imkanı bulmuştum.
Öcalan’la ve PKK ile temas soruları karşısında şöyle demişti:
“Bir istihbarat kurumu herkesle konuşur. Gerekirse yılanla bile temas kurar.”
Elbette birçok bilgiyi bizimle paylaşmıyordu.
Ama anlatırken yüzündeki heyecandan, önemli bir noktaya gelindiğini hissediyordum.
Evet ama, şimdi geldiğimiz nokta bu.
Ve sormadan edemiyorum;
Ömrünün 30 yılını mücadele ederek geçirdiği bir örgütün şimdi şüphelisi olmak nasıl bir hissiyat yaratır insanda?
Diyelim ki sonunda aklandı.
Ama insanın ruhunda açılan o hüsran kraterleri,
Vefa uçurumları;
Ve kirlenen vicdan sayfaları nasıl temizlenir?
Sırtta ağır ve acılı bir yük gibi duran o hançerin yarası nasıl iyileşir?
Paylaş