Paylaş
- Türkiye ve İsrail bu mahallenin iki önemli ülkesidir. Bakın göreceksiniz önümüzdeki dönemde yine aynı tonda ve düzeyde ilişki devam eder... Diplomasi gerçeği budur... Kimsenin kimseye diğerinden daha fazla ihtiyacı yok. Bu mahallede herkesin herkese ihtiyacı var... İsrail Türkiye’ye aynı şekilde önem vermeye devam eder. Türkiye de öyle...
Tan, diplomasinin gelecekte iki ülke arasındaki ritmini böyle açıklıyor.. Belli ki Davos krizinden sonra İsrail’de aldığı izlenim bu..
Peki ya hissiyat...
Onu da Ankara merkezinde çok tecrübeli bazı diplomatlara sordum...
Edindiğim izlenim şu:
-İsrail ve Türkiye açısından ayrı ayrı bakarsak:
TÜRKİYE AÇISINDAN
Başbakan Erdoğan, İsrail-Suriye barışı için çok ciddi çaba harcadı.. Karşılıklı güvene dayalı konuşmalar oldu. Hatta İsrail ve Suriye liderleri arasında saatlerce telefon üzerinden metinler dikte ettirildi. Başbakan dünyaya "Ortadoğu barışını biz sağladık" deme noktasına gelmişti. Bunun hayali kuruluyordu. İşte ne olduysa oldu. Ve İsrail Gazze’ye saldırdı. Bu durum Tayyip Erdoğan’da ciddi bir hayal kırıklığı yarattı. Dünyaya verilecek "Ankara barış merkezidir" mesajı suya düştü. Bu bir anlamda "arkadan hançerlenme" olarak görüldü. Yani tam bir "hayal kırıklığı"... Bu nedenle öfke yükseldi. Davos’ta patladı...
İSRAİL AÇISINDAN
Başbakan Erdoğan ve eşi Emine Erdoğan’ın savaş sırasında kullandığı üslup nedeniyle, İsrail ’Ankara’daki hükümet çok aşırı" yorumunu yapıyordu. Ama iki ülke arasındaki sıkı işbirliği, İsrail’in bir cevap vermesini engelliyordu. Bunun yerine, arabuluculuk görevi üstlenen Türkiye değil de Mısır’ı muhatap almaya başladı. Bu Ankara’ya "Hamas’a daha yakın duruyorsun. Sana olan güvenimi yitiriyorum" mesajıydı... Ve nihayet, Erdoğan’ın "Siz öldürmeyi iyi bilirsiniz" sözüyle İsrail sarsıldı.. Ciddi bir hayal kırıklığı yaşadı. "Türkiye benim dostumdu, ne oldu?" sorusu Tel Aviv’de yükseldi...
Benzeri hissiyatlar
İki taraftan da bakınca iki ülke benzeri bir hissiyat yaşamaktadır:
- "Arkadan hançerlendim... Hayal kırıklığına uğradım..."
Ama sonuç olarak "hayal kırıklıkları", "hayal dosyaları"na kaldırılır...
Şimdi diplomasi bilimi, hayalleri bir kenara bırakmaktadır. Geriye kalan şudur:
- Tayyip Erdoğan, kısa süre önce, İsrail tarafından, "Hamas üslubu kullanıyor" diye suçlanıyordu... Erdoğan şimdi artık yalnızca Hamas’ın değil, bütün bir Arap dünyasının etkili ismi haline gelmiştir. Mısır’ın ötesine geçmiştir. Artık Mısır ya da Fransa tek başına Arap dünyasının temsilcisi olamazlar. Türkiye vardır.
Barışın kilit ülkesi
Bu durum "kıskançlık coğrafyası" diyeceğim Arap dünyasında düşmanca planları tetikleyebilir. Yani birileri bu görüntüyü bozmak için Tel Aviv’de "bomba" patlatabilir.
Bu nedenle Türkiye’nin İsrail’e uzatacağı el artık çok daha önemli bir hale gelmiştir...
Çünkü o elin arkasında artık yalnızca Filistin değil, çok daha geniş bir coğrafya vardır...
Bu yüzden Türkiye İsrail’le kırılan ilişkilerini hızla örmelidir. Bu defa gerçekten kalıcı barış için kilit ülke olabilir...
İKİNCİ YAZI
Barış için öneriyorum
BİR "Güniz Sokak Sohbeti’ndeyim.
Demirel, Kuleli Sokak’taki ofisi kapatmış. Bu haber sanki "Demirel dükkanı kapattı, artık çalışmıyor" gibi algılanırsa yanlıştır... Çünkü zaten Güniz’de çalışıyordu ve olanca hızıyla devam ediyor.
Filistin meselesi... Ortadoğu’daki barış süreci... Şimon Perez kimdir. Nasıl bir tarzı vardır...
Konuşuyoruz... Bir tecrübe denizinde yüzüyoruz... Süleyman Bey, ABD’nin yeni özel temsilcisi George Mitchell’i anlatıyor. Geçmişte onunla yaşadıklarını. Sonra dönüyor Perez’e...
Diyor ki:
- Sinirleri çok sağlam, çok tecrübeli bir siyasetçidir...
Daha "Davos bombası" düşmemiş...
Filistin birliği
Ve ekliyor:
"Orada barış kolay değil. Önce Filistin’i bir araya getireceksin. El Fetih ve Hamas yani... Sonra bu Filistin’le, İsrail’i bir araya getirmeye çalışacaksın. Ve bunu da Arap Birliği ile yapacaksın... Üç şart yani..."
Süleyman bey barışın en önemli şartını koyuyor:
- Filistin’i kendi içinde barıştıramazsan, İsrail’le Filistin’i hiç bir araya getiremezsin...
Yani önce, "Filistin barışı", sonra İsrail...
ABD bunu yapıyor
Devlet geleneğinde tecrübeli akil adamlar dinlenirdi. Görüşü alınırdı. Hatta yardım istenirdi. ABD bunu hálá yapıyor. Örneğin eski başkanlarına, dışişleri bakanlarına dünya sorunlarının çözümü konusunda görev öneriyor...
Ben de şimdi diyorum ki;
- Perez’den, ABD’nin yeni Ortadoğu temsilcisine kadar birçok önemli devlet adamıyla geçmişi olan Demirel, Ortadoğu barışı için yeni kapılar açabilir. Kişisel olarak ısınan havayı, kabaran denizleri, öfkeyi normalize edebilir. Böyle bir tecrübe neden kullanılmaz. (Yanlış anlaşılmasın. Bu düşünce tümüyle bana aittir. Demirel’in kabul edeceğini bile bilmiyorum..)
ÜÇÜNCÜ YAZI
O sözü TV’de yorum yapan monşerler için söylemiş
BAŞBAKAN Erdoğan’ın, "Biz öyle monşerler gibi değiliz" sözü Dışişleri Bakanlığı’nda çok ciddi sıkıntı yaratıyor... Emekli büyükelçiler fena şekilde kırgın... Çünkü "monşer" tanımı Osmanlı’nın son döneminde "konaklarda yetişmiş, Anadolu’dan ve gerçeklerden habersiz korkak" diye bilinen ve Osmanlı’yı dışarıda temsil eden kişiler için kullanılırdı.
Bu inanış doğru olsun ya da olmasın, "Monşer" sokakta bu şekilde anlaşılıyor... Bu yüzden kırgınlar... Ve onların asıl kırgınlıkları, bakanın ve en önemlisi müsteşar Ertuğrul Apakan’ın buna sessiz kalması...
Diyorlar ki;
- Hiçbir dönemde, bir başbakan Türk diplomatlarını bu kadar rencide etmedi...
Doğrusu ben de merak ediyorum:
Yalnızca, İsrail-Suriye barış sürecinde gece yarılarına kadar otel lobilerinde görüşme yapan örneğin Feridun Sinirlioğlu ne düşündü? Ya Oğuz Çelikkol? Ve tabii Prof Ahmet Davudoğlu... Çünkü kendisi anlatmıştı:
- 10 gün boyunca aynı elbiseyi ve gömleği ütületip giymek zorunda kaldık. Ankara’ya dönecek zaman yoktu...
Bu "monşer" benzetmesinden Davudoğlu da alındı mı acaba? Çünkü onu da "büyükelçi" yapma gereği doğmuştu... Yani kendisi büyükelçidir... Sonuç olarak, "monşer" benzetmesi Türk diplomatlarını ciddi şekilde yaralamış görünüyor...
Çevresine sordum
Ben bu kırgınlığı Başbakan’ın çevresine sordum...
Aldığım cevap şu:
- Sayın Başbakan’ın buradaki kastı Dışişleri Bakanlığı’nda görev yapan ve emekli olan diplomatlara değildir. Kasıt, o gün televizyonda yorum yapan ve Başbakan’ı oradaki tavrı nedeniyle suçlayan bazı emekli büyükelçileredir.. Eğer böyleyse, şu anda dünyanın her yerinde ve Ankara’da canla başla görev yapan fedakar insanlara bu gerçek bir şekilde açıklanmalıdır...
DÖRDÜNCÜ YAZI
Bölmüyor topluyoruz
SAADET Partisi Genel Başkanı Numan Kurtulmuş’la konuştum... Bazı illerde ciddi hazırlık yapıyorlar... Örneğin Şanlıurfa... AKP’li belediye başkanı Saadet’e geçmiş... Tokat, Malatya, Trabzon... Sivas’ın eski belediye başkanı Saadet’ten giriyor...
Bu arada Numan Kurtulmuş’un bazı girişimleri de öne çıkıyor... Örneğin verdiği bir milli görüş yemeği...
Kurtulmuş, Cumhurbakanı Gül, Erdoğan ve bakanlar hariç, "Milli Görüş’e hizmet etmiş, tüm milletvekili ve belediye başkanlarına bir yemek" çağrısı yapmış... (Gül, Erdoğan ve bakanları nezakete aykırı olur diye çağırmamış.)
Gelenler olmuş.
Kurtulmuş, "AKP’yi bölecek misiniz?" diye soranlara şu cevabı veriyor:
- Tam tersine, biz bizden parçalananları bir araya getiriyoruz. Bölmeye değil toplamaya çıktık...
Tabii bu yapılırken, Milli Görüş’ün en temel ve en etkili sözü kullanılıyor.
- Irak’taki ve Ortadoğu’daki zulme sessiz kalan hükümet...
Oyun bozma
Bu söz çok etkili oluyor. Hatta AKP’nin oylarını olumsuz etkiliyor. İşte Başbakan’ın ve eşi Emine Erdoğan’ın çıkışları ve son "Davos Postası", "zulme sessiz kalan hükümet" kozunu şimdilik etkisiz hale getirmiş gözüküyor...
Yani diplomatik çıkışın ötesinde, işin içinde bir de seçimlere yönelik "oyun bozma" sonucu var...
Paylaş