Paylaş
Akra’da bulunan ve 1090’larda yazılan bir el yazmasından...
Dört cümle seçtim.
Bir bölümünü kızım Eylül’e okudum. Gerisini siz okuyun.
Coelho’nun kitabı şöyle başlıyor:
Haçlı orduları Kudüs’e dayanmış. Kudüs halkı korku içinde.
Ve ne garip ki, Müslüman ve Yahudilerle birlikte şehirde yaşayan Hıristiyanlar da korku içinde. Haçlı ordusuna karşı ne yapacaklarını birlikte düşünüyorlar...
Dışarıda, Hıristiyanlığı yaymak için elinde kılıç kan dökmeye hazır ordu var.
İçeride, Müslüman ve Yahudilerle aynı Allah’a sığınan Hıristiyanlar...
Dışarıda kan dökmeye hazır kılıç...
İçeride inanmaya ve birlikte yaşamaya hazır bir dostluk.
Din ve savaşın ayrıldığı yerdir işte bu...
Kudüs beraberliği...
Ve Haçlı saldırılarından sonra da bir daha sükûn bulamadı bu beraberlik.
Neden mi?
Din ne zaman eline kılıç aldıysa, o zaman başlamıştır bu tehlikeli çizgi...
Kılıcın iki yanı var. Birisi adalet diğeri güç.
Ama eğer güç kibre yenik düşerse...
Yaratan için yaratılanın kanını dökenler çıkar ortaya...
Mesela cennete gideceğini düşünen bir canlı bombayı düşünün.
Cennete gitmek için bu dünyayı nasıl cehenneme çevirir...
Dönelim kitaba...
Ermiş diyor ki:
“Kibir, nefret ve hınç doğurur. Kibir sözcükleri bulandırır. Çünkü zekânın yalnızca birkaç seçilmiş kişiye ait olduğunu düşünür. Zarafet ise karmaşık düşünceleri herkesin anlayabileceği bir hale getirir...”
İşte yine o söz...
Kibir...
Ben bu kibir illetini El Hamra Sarayı’nın tavanlarında da görmüştüm.
Sevgili dostum Yusuf Ziya Cömert göstermişti...
Müslümanlığın aydınlık yüzleri olan emirler sarayın tavanlarına binlerce kez şunu yazdırtmıştı:
“Allahım sen bizi kibirden koru...”
Ben bu bayram, ıssız bir koyda, yıldızların yakamozlara doğru sadeleştiği bir koyda... Kendime doğru dönüp kibrimi aradım.
Bulduğum yerde de kurban ettim...
Paylaş