İcat ettiği
"susuz yangın söndürme" sistemini anlatmak için bir cuma günü Orman Bakanlığı’na gidiyor... Bakanlık yetkilisi bilim adamını dinlemeye başlıyor.
O anlatıyor, yetkili dinliyor. Kumdaki karbon etkisini nasıl kullanacağını tarif ediyor.
Yetkili dinliyor. Saat öğleye doğru yaklaşınca bakanlık yetkilisi bilim adamına nazikçe soruyor:
-
Cumaya gidiyor musunuz?
Bilim adamı biraz şaşkın bir ifadeyle;
"Ben kazaya bırakıyorum" diyor...
İşte ne olduysa o an oluyor... Bakanlık yetkilisi şöyle diyor:
-
Bilim adamı olmuşsunuz ama cuma namazının kazası olmayacağını bilmiyorsunuz.
Bilim adamı ne diyeceğini bilemiyor...
Oradan ayrılıyor... Aradan günler geçiyor. Bakanlıktan bir ses çıkmıyor...
Bilim adamı olayı bana anlatırken şöyle bitiriyor:
-
Önce buluşumu anlatmak için yanlış gün seçmişim diye düşündüm. Sonra "Olsun" dedim, "hiç olmazsa cumanın kazası olmayacağını da böyle öğrendik..."
Cuma nedeniyle mi, yoksa buluş ciddiye alınmadığı için mi bilmem...
Ama bendeki karşılığı şu soruda netleşiyor:
- Eğer cuma namazı konusundaki bilgisizliği yüzünden bilim adamının icadı ciddiye alınmadıysa, bilimsel olmak ve laiklik "kaza"ya kurban gidiyor demektir...
İKİNCİ YAZI:
EN KESKİN ERKEN SEÇİM SENARYOSUAKP kapatılacak mı? Kapatılırsa Erdoğan yasaklanacak mı? Bu sorular onlarca senaryoyla karşılanmaya çalışılıyor... En keskin senaryo şu:
-
Eğer temmuz sonu gibi parti kapatma kararı alınır ve siyasi yasak getirilirse, mahkemenin gerekçeli kararı beklenecek. Gerekçeli karar yayınlanana kadar milletvekillikleri düşmeyecek. İşte bu sırada bir ani seçim kararı alınabilir. Ve Tayyip Erdoğan seçimlere katılabilir.
Olabilir mi? YSK buna ne der? YSK’nın bir üyesi bu soruma şu cevabı veriyor:
-
Seçim takvimi bizim işimiz. Ancak gerekçeli kararda yasağın çerçevesi tarif edilmezse seçime girebilirler.
Seçime girmeleri demek Anayasa Mahkemesi’nin kararının boşa düşmesi demek...
Peki Tayyip Erdoğan böyle bir deneme yapar mı? Sanmıyorum...
Ve diğer senaryo:
Çok köklü bir "Anayasa değişiklik paketi"nin açılması...
Ve hatta ardından MHP’yi kıstıracak bir referandumla devam edilmesi... Tabii seçim.
Düşünce şu:
"En büyük kararlar en zor zamanlarda alınır."ÜÇÜNCÜ YAZI:
YASAK ÇIKARSA ZORLAMAZ
TAYYİP Erdoğan eğer yasaklanırsa emanetçi sistemine gider mi? Çok önem verdiğim bir isim şöyle diyor:
-
Kimse yanılmasın. Tayyip Bey yasaklanırsa zorlamaz. Ama tabii bir gün bu millet, "nerdesin?" diye sorar...Sorar mı? Daha önce sormadı mı? Başbakan’ı astın. Sonra havalimanına ismini verdin... Bir önceki başbakan evinde hapis. Şimdiki yargılanıyor. Ondan önceki Yüce Divan’daydı..
Anayasa Mahkemesi işini yapmasın demiyorum... O mahkeme bu rejimin güvencesidir. Tamam... Suç varsa cezasını verir.
Ama siyaset de işini yapsın diyorum... Yani diyorum ki:
- Cumhuriyetin ve her türlü inancın teminatı olan laikliğin ve demokrasinin bu millete mahkeme yoluyla değil, siyaset yoluyla anlatılması gerekir...
DORDÜNCÜ YAZI:
MAĞLUBU OLMAYAN FIRSAT KAÇIYOR
İKTİDAR koridorlarında iki kez duydum... Araştırdım. Ve gördüm ki, Türkiye tarihi bir fırsatı kaçırmak üzere... Kanın durması için atılacak adımlardan söz ediyorum...
Gelinen nokta şu:
-
PKK’nın arkasındaki ABD "göz yumması" ve Barzani "desteği" çekilmiş durumda.
- Asker öylesine sert ve seri vuruşlar yaptı ki PKK ciddi şekilde darbe yedi.
- Ve en önemlisi psikolojik ve lojistik desteği kaybeden PKK yönetimi silahla bir yere varılamayacağını artık konuşur oldu.
Evet bu bilgi ve değerlendirmeler devletin resmi dosyalarında... Peki şimdi ne yapılmalı? Böyle bir durumda, Türkiye "mağlubu olmayan" bir sonuçla bu kanlı dönemi kapatabilir...
Çünkü terörün tek mağlubu vardır. O da sivil halktır...
Türkiye bir karar almalı. PKK’nın artık silah bırakması sağlanabilir. Dağdakiler sessizce inebilir. (Belki de iniyorlar.)
PKK’nın lider kadrosu bu işin siyasi boyuta taşınmasının doğru olduğunu söyleyip silah bırakmaya gidebilir... Uzak ülkelere dağılabilirler...
Dağa çıkmalar durabilir... Büyük devletler bu organizasyonları yapabilen devletlerdir. Ve ben görüyorum ki, Türkiye’nin bunu yapabilecek bir "organizasyon gücü" vardır.
Ama bu iş kararlılık ve cesaret ister. Ancak bu güç terörü bitirebilir.
2-3 AY KALDI
Düşünün ki, birkaç ay sonra seçilecek ABD’nin yeni yönetimi Irak’ta ipleri gevşetmeye başladı. Ve oralar yeniden belanın kaynadığı bölgeler haline geldi...
İşte bu yüzden fırsat var diyorum. Önümüzdeki 2-3 aylık bir fırsat...
1000 yıllık kardeşliğin fırsatıdır bu... Yoksa yine bizi kan teslim alacak... Belirsizlik, kamplaşma, nefret, kuşku, öfke ve fitne salgını bir "ortaçağ vebası" gibi her yerimizi kuşatacak.
Benden yazması...
BEŞİNCİ YAZI:
EY O ZARFI GÖNDEREN
EY, o zarfı gönderen! Kimsin, nesin bilmiyorum... Ama dost olmadığın, bu milleti, bu memleketi sevmediğin belli...
Çünkü habis bir kafan var... İntikamcısın... Din adına çakalsın... Karışıklık yaratmak görevin. Bana ve meslektaşlarıma bir zarf gönderdin...
İçinde Kara Kuvvetleri Komutanı Org. İlker Başbuğ’un Kudüs’teki ağlama duvarına ellerini dayamış dua ederken fotoğrafı vardı... (Başbuğ Paşa’nın Genelkurmay Başkanı olması bekleniyor) Ben hiç tereddüt etmeden "alçaklık" dedim... Çünkü üç semavi dinin doğduğu o kutsal topraklara giden herkes bunu yapıyor...
Ama sen "alçak" olduğun için Yahudilik üzerinden bir komutanı yaralamak istedin... Çünkü o
"Nazi kafan" Yahudiliği bir
"suç"muş gibi görüyor... Benzerini Büyükanıt Paşa için de yaptın.
"Dedesinin mezarı İsrail’de" diye haber pompaladın. (O zaman da Büyükanıt Paşa Genelkurmay Başkanı oluyordu.) Sonra Büyükanıt Paşa’nın dedesinin Filistin’i kurtarmak için İngilizlerle savaşıp şehit düşen bir Osmanlı zabiti olduğu ortaya çıktı. Biz bunları yutmadık. Yutanların da boğazında kaldı. Günlerdir sordun:
"İlker Başbuğ Mescid-Aksa’da dua etti mi?"
Aklın sıra Mescid-i Aksa’da fotoğraf çıkmazsa İlker Paşa
"Yahudi sempatizanı" bir duruma düşecekti.
Al işte fotoğraf. Ertuğrul Özkök yayınladı. Komutan Mescid-i Aksa’ya da gidip dua etmiş. Ey o zarfı gönderen,
"din düşmanı, karıştırıcı hain"...
Kimsin, nesin bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var. O da şu:
-
Sen, bu milletin kahraman evlatlarını böyle ucuz yollarla karalayamazsın..
- Sen bu milletin beraberliğini bu haberlerle bozamazsın...
ALTINCI YAZI:
BİR ANADOLU KLASİĞİİSTANBUL, Antalya, İzmir, Malatya, Iğdır, Sakarya, Giresun, Artvin, Samsun, Antakya, Bursa, Zonguldak, Gaziantep, Adana...
Bu çocuklar işte bu şehirlerde doğdu... Yani en kuzeyinden en güneyine, en batısından en doğusuna... Antalya’dan Samsun’a... İzmir’den Iğdır’a...
Anadolu’nun has evlatları. İstanbul doğumlu Arda’dan Tuncay’a, İzmir’in çocuğu Semih’ten, Iğdırlı Rüştü’ye kadar bu çocuklar tam bir "Anadolu toprağı"dır...
Anadolu’nun bütün yönlerinden geliyorlar... Acaba bu yüzden mi diyorum...
Bir Anadolu klasiği gibi;
"Zor zamanların milleti" olarak; hep
"son dakika mucizesi"yle yüreğimiz ağzımızda...
Olsun... Hem de helal olsun...
YEDİNCİ YAZI:
ÖNCE Mİ SONRA MI
OSMAN Paksüt
"Dinleniyor ve takip ediliyoruz" dedi... Zaman geçti şimdi eleştiriler başladı...
"İddialar fos çıktı" diye yazıldı. Doğrusu bu konuya hiç girmek istemiyordum. Ama haberi ilk olarak hurriyet.com.tr’den duyurduğumuz için kişisel merakım artıyor. Acaba olay gerçekten de "paronaya" mıydı? Yani bir soruşturma açılmamış mıydı? Ya da açılan soruşturma "fos"la mı sonuçlanmıştı? Önceki gün bir davette karşılaştık. Osman Bey konuşmak istemiyor. Ama yakın çevresine söylediği aynen şu:
-
Fos çıktı diye yazanlara şaşırıyorum. Soruşturma kapanmadı. Sürüyor. Dört kişiden oluşan bir şüpheli grubu da var... Bu durumda neden bana saldırırcasına bunları yazıyorlar? Fos çıktı diyorlar...
Doğrusu çok merak ediyorum:
- Bu soruşturma karardan önce mi yoksa sonra mı sonuçlanır?