Paylaş
Ben Tuzla’da dünyanın en büyük yüzer enerji santralını uğurlama törenindeydim...
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tören alanına girmesini beklerken, Başbakan Binali Yıldırım’la sohbet ediyoruz...
Başbakan’a kısa bir soru sordum:
m Kuzey Irak operasyonunda bir sıkıntı ihtimali var mı?
Cevap kısa ve net oldu:
- Her şey planladığımız gibi gidiyor. Ama daha açığını söyleyeyim; teröre prim verene, bu operasyonu kesene karşı bir tek sözümüz olur: Tepelerine bineriz.
Tuzla’da Başbakan’la sohbetten çıkan özet cümle şu:
“Sonuna kadar kararlılık...”
Şimdi Avrupa Parlamentosu Başkanı’nın bu ‘yaptırım tehdidine’ gelebilirim.
1) Bu tavır diplomasiye ve Avrupa kültürüne yakışmamıştır.
2) Çünkü Avrupa’nın bu ‘yukarıdan bakan’, ‘buyurgan’, ‘sömürgen ve kemirgen’ tarzı nefretten başka bir şey yaratmıyor...
Ben Tuzla’da dünyanın en büyük ‘power-ship’lerini uğurlama törenindeyken...
Her biri 500 megavatlık yani 500 milyon dolarlık gemileri...
Myanmar’dan Uganda’ya kadar birçok ülkeye gönderirken...
500 megavatlık bir gemi iki buçuk milyonluk bir şehri aydınlatacakken...
Bu Türk firmasının dünyadaki en büyük rakibinin ABD olduğunu bilirken...
ABD’nin Çin’le ortaklık kurup Myanmar’daki ihaleyi almak üzere Türkiye ile yarıştığını bilirken...
Türk firmasının bu yarışı kazandığını yerinde görürken...
Ve mesela...
İngiltere’nin bazı şehirlerini aydınlatmak için Türkiye’den bu gemileri sipariş ettiğine gözlerimle Tuzla’da tanık olurken...
AB Parlamentosu Başkanı’nın ‘Türkiye’ye yaptırım’ sözü çok ucuz kalmıyor mu?
Yani buradaki AB elçileri bu gerçeği merkezlerine iletmiyorlar mı?
Yüzer santralı ithal eden Gana’nın elçisi oradaydı...
Nasıl mutlu, nasıl gururlu, nasıl sahici bir arkadaşlık halindeydi...
Çünkü, Gana bugüne kadar Avrupa’dan aldığı jeneratörlerle elektriğin birimine 30 sent ödüyormuş.
Şimdi Türkiye’den aldıkları bu enerji gemisiyle 10 sent ödüyorlar...
Kan emmenin sonudur bu.
Avrupa artık...
Eski çağlardaki buyurgan tarzından vazgeçmek zorundadır.
Dinlemek, anlamak ve konuşmak zorundadır.
Dahası, o ülke halklarının siyasi tercihlerine saygı duymalıdır.
En azından bu üslup, ne diplomasiye ne de insan haklarına yakışıyor.
Çünkü artık Türkiye’nin bu içinde bulunduğu coğrafyanın sınırları ve sorunları eski çağlardaki gibi cetvelle çizilemeyecek kadar büyümüş ve derinleşmiştir.
Paris’in arka sokaklarındaki bu gerçek bütün çıplaklığıyla duruyor.
Nasıl mı?
Yıllarca Fas, Tunus ve Cezayir üzerinde bir sömürge imparatorluğu kurduktan sonra...
O sömürgenin Fransız pasaportlu çocukları...
Şimdi Paris’in gettolarında DEAŞ için militan oluyorlar ya...
Aynı şey Berlin için de geçerli.
Zaten bir sohbetimiz sırasında Alman İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere bana bütün samimiyetiyle şöyle demişti:
- DEAŞ’a giden bu çocukları anlamaya çalışıyoruz. Neden gidiyorlar?
İşte şimdi cevabı ben veriyorum:
Bu buyurgan tavrınızdan dolayı.
Konuşmayı denemiyorsunuz...
Anlamayı denemiyorsunuz...
“Bizden olan medenidir, diğeri bedevidir” kafası artık işlemiyor.
Üstelik bedevilik de anlamanız gereken önemli bir kültürdür.
Paylaş