Ağır sorular

GENELKURMAY Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un sözlerini nasıl yorumlayacağız? Her "taraf"ta ayrı bir kampın ateşi yanıyor...

Ağır sorular
İşte böyle bir ortamda, hiçbir kampın ateşine kapılmadan bu soruların izini sürüyorum... Başbuğ, bazı kelimeleri yüksek sesle heceleyerek suçlayıcı bir üslupla konuşuyor...

"TSK’nın üzerinden elinizi çekiniz!"

Kime bu laf?

Gülüyor ama kızgın... Arkasındaki komuta heyeti ciddi... Ve daha keskin:

"TSK üzerinden siyaset yapmayınız..."

Kim bu? Yine cevap yok... Bir türlü cevap yok. Kim bunlar? Cevap yok, ama soru çok...

Sırasıyla gidersek:

SORU 1

Demokrasiyle yönetilen bir ülkede, bir genelkurmay başkanı bir ay içinde bu kadar çok basın toplantısı yapar mı?

SORU 2

Bir genelkurmay başkanı hangi psikolojidedir ki; "Ordunun üzerinden elinizi çekiniz" diye ismini vermediği bir kişi ya da gruba kamuoyu üzerinden ve en yüksek tondan seslenir... Adını veremediği bir hayaletin saldırısı altında olduğunu söyler ve suçlar. Ve bu gerekçeyle Milli Güvenlik Kurulu’nda yapacağı konuşmanın içeriğini basın toplantısında açıklar?

SORU 3

Bir genelkurmay başkanı, "Orduya karşı örgütlü bir savaş var" diyerek neden savcıları göreve çağırır. Ve yine bunu basın toplantısıyla açıklar?

SORU 4

Bir genelkurmay başkanı neden kuvvet komutanlarını, karargah subaylarını arkasına alıp "Bize karşı psikolojik harp yapılıyor" diye konuşma gereği duyar...

CEVAPLARA GEÇELİM


Ne gariptir ki kimse sormaz;

Yahu siz bizim ordumuzsunuz. Askerimizsiniz, kim size karşı bu topraklarda psikolojik savaş açabilir?

Şimdi cevaplara geçebiliriz:

Ortada bir "iddia" var... Genelkurmay Başkanı buna "káğıt parçası" diyor... İktidar partisi ise farklı görüşte. Diyor ki;

"Askeri savcılığın kağıt parçası demesi yetmez. Sivil yargı da araştırsın."

Örneğin Başbakan Erdoğan, Brüksel’den şu mesajı veriyor:

"Tabii her söylenene saygı duymak durumundayım. Askeri yargı konuyla ilgili farklı yaklaşmış olabilir. Bundan sonraki süreç sivil yargıyla ilgilidir. Sivil yargı takip edeceği gibi biz de yürütme olarak takip edeceğiz. Aslına ulaştığımız anda yargıya götüreceğiz."

Bu açıklamanın anlamı şudur:

Askeri yargı bir karar vermiş olabilir. Ona saygı duyarım. Ama bu yeterli değildir. Bu iddiaları sivil yargı da araştırmalıdır...

’FARKLI’NIN FARKI


Evet, "Askeri yargı konuya farklı yaklaşabilir" cümlesindeki FARKLI sözü genelkurmay ve hükümet arasındaki düşünce farkını açıkça ortaya koymaktadır.

Bu fark zaten Askeri Şûra kararlarında vardı... İktidar partisi, ordudan atılanların kararlarına mahelefet şerhini "sivil yargı" gerekçesiyle koyuyordu...

Şimdi bu tartışma büyüyor... TBMM’de ceza yasasında son dakika yapılan değişiklik de budur. Askeri kararların sivil yargıya açılmasına izin veren önerge bu nedenle iktidar partisi tarafından yapılmıştır...

İşte mesele buradadır... Askeri yargı kararı yetmiyor. O noktada bir güven sorunu var.

AKP, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na belgeyle ilgili "suç duyurusu"nda bulundu...

GÜVEN MUTABAKATI

Genelkurmay ise "Belge sahtedir" dedi. Ve "Bu sahtekárlığı yapanları bulun" diye İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu.

Peki şimdi ne olacak?

Ankara ve İstanbul savcılıkları ne yapacak? MGK’da nasıl bir görüşme olacak? Devletin zirvesinde bir "güven mutabakatı" sağlanabilecek mi? Benim tahminim şu:

Devletin kurumsal manzarası için kamu önünde bir tartışma olmayacak. Ancak bu farkın yarattığı çatlak da bir türlü kapanmayacak...

’Tarihi fırsat’ derken güven bombası

ŞİMDİ soracağım soru tamamıyla bir tahmin. Kimseyle konuşmadım. Bir bilgi yok... Kulis de yok... Diyorum ki;

Acaba bu belge bir istihbaratın sonucu mu ortaya çıktı?

Nasıl yani?

Acaba diyorum, birilerine böyle bir haber gitti. Ve belge ele geçirilemediği için, üretildi mi?

KESKİN GERÇEK


Böylece tartışmanın boyutu çok daha keskin bir noktaya ulaştı... Çünkü eğer yalnızca Gülen cematine karşı olsaydı; bu kadar gürültü kopmazdı... AKP işin içine sokulunca boyut değişti... Çok ağır bir bunalım ortaya çıktı..

Bu elbete bir senaryo... Olabilir mi?

Bunu bilemiyorum. Ama ortada keskin bir gerçek var:

Bu "kağıt"la birlikte, birileri devletin ortasına, tam bir "güven bombası" bıraktı...

Cumhurbaşkanı tam "Kurumlar arasında hiç bu kadar uyum olmamıştı. Bu tarihi fırsatı değerlendirelim" diye çağrıda bulunurken, devletin kurumsal yapısına tam bir "kuşku bulutu" bırakıldı...

Zihinler sislendi... Peki ne zaman oldu bu?

Türkiye, cumhuriyet tarihinin en büyük meselelerinden birisine "uyum, diyalog ve akılla" yaklaşmaya hazırlanırken...

İŞTE BUNA ÜZÜLÜRÜM

Genelkurmay Başkanı "sivil cesareti" teşvik edici konuşurken, Cumhurbaşkanı "tarihi fırsat" derken, hükümet muhalefete çağrı yaparken, Baykal, Talabani ile görüşmeye hazırlanırken...

İşte tam bu sırada geldi bu "güven bombası".

Ben işte buna üzülürüm..


İKİNCİ YAZI/images/100/0x0/55ea1f8bf018fbb8f86ca5c3

Bir yazar neleri bağışlar

ERTUĞRUL Günay telefonda öylesine heyecanla anlatıyor ki:"Metin And’ın 10 bine yakın kitabını bu kültür merkezine alıyoruz. Müthiş bir şey bu..."

Günay bunu anlatırken, Metin And’ın Tunalı Hilmi Caddesi’nde yürüyüşü geldi gözümün önüne...

Sonra Nazlı Eray... Sonra Attila İlhan’ın Kızılay’daki Set Kafetarya’da her pazar yaptığı 11.00 sohbetleri. Sonra Enis Batur’un Esat’taki kıraathanesi... İsmet Özel saatleri. Ataol Behramoğlu’nun Zafer Çarşısı...

Öyle ya;

Bir yazar neyi bırakabilir?

Sorduk mu kendimize;

Biz neyi bırakabiliriz?

Mesela Metin And 10 bin kitabını bırakmış. Yüzlerce araştırmasını...

Ertuğrul Günay, Metin And’ın müzeye bağışlanan kitaplarını anlatırken, içimdeki mirasyediye sordum:

Acaba kaçımız kütüphanemize saygıyla bakabiliyoruz şu aralar?

Kaçımızın böyle bir mirası bırakma derdi var?

ÜÇÜNCÜ YAZI

Marka bayraklar

YILLAR önce dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’le Hırvatistan’a gittiğimde en etkilendiğim şey şuydu:

Bizi gezdiren rehber bir Osmanlı fermanının önünde durup şöyle demişti:

Sizin padişah bu fermanı göndermiş. Demiş ki; "Her kim ki büyükbaş hayvan getire, ondan şu kadar vergi alına..."

O zaman Adriyatik Osmanlı denizi... Gümrük böyle konulmuş. Aradan yıllar geçmiş. Adriyatik yine dünyanın en güzel kıyısı... Bu defa Osmanlı yok... Artık fetih devri kapanmış... Mehteran da yok... Ama artık başka bir dönem var:

Marka bayraklar dönemi...

Dün Hamdi Akın’ın oğlunun düğününde, Ferit Şahenk Adriyatik’te bir marina yatırımına başladığını anlattı. Adriyatik Avrupa’nın yükselen "Deniz Yıldızı"dır...

Ferit Bey o yatırımı anlatırken gözlerinin içi gülüyordu... Neden mi? Heyecandan... Ve ben bu heyecanı anlıyorum... Çünkü bu bir fetih değildir. Bu bir işgal değildir. Bu, bir markanın sınırlar ötesine taşınmasıdır... Evet Türkiye’nin artık buna ihtiyacı vardır...

Yani "marka bayraklar"a... Bu yüzden yüksek sesle tekrar ediyorum:

Kore’ye, Afganistan’a, Lübnan’a Türk askeri göndererek övünen bir Türkiye değil, markalarını dünyaya taşıyan bir Türkiye özlüyorum...

Sınır ötesi harekatların değil, sınır ötesi markaların manşet olduğu bir Türkiye...

DÖRDÜNCÜ YAZI

Kaldırın artık şu engeli

ONLARCA, yüzlerce mesaj geliyor... Hepsi de engelli vatandaşlarımızın özür oranlarının artık Ankara’da değil, bulundukları illerde belirleneceği haberini soruyor...

Evet böyle bir müjde vermiştik...

Müjdeyi, Sağlık Bakanı Recep Akdağ’dan ve Maliye eski müsteşarı Hasan Basri Aktan’dan almıştık. Aradan zaman geçti. Aktan o görevden ayrıldı. Ama bir şey değişmedi... İşte buradan bir daha soruyorum:

- Sayın Sağlık Bakanı Akdağ ve Maliye Bakanlığı bürokrasisi, çözün artık şu meseleyi. Kaldırın artık engelli vatandaşlarımızın üzerindeki bu engeli...
Yazarın Tüm Yazıları