Paylaş
Belki de sohbetin çok duygusal bir anında, şu cümleler dökülüyor:
“Fenerbahçe, Galatasaray yönetiminden daha yakın durdu bana...”
Cümle tam böyle olmayabilir. Ama özeti ya da geldiği yer böyle.
Önce Hakan Tartan’a sonra da Nihat Özdemir’e sordum.
Benzeri bir cümleyi doğruladılar.
Sitem yani...
Altını çizerek yazıyorum...
Buradaki “sitem” yorumu tamamıyla bana aittir.
Önceki gün Aziz Yıldırım ve Nihat Özdemir, Konak Belediye Başkanı Hakan Tartan’ın organizasyonuyla Mehmet Ağar’ın yattığı Yenipazar Cezaevi’ne ziyarete gidiyorlar.
Neredeyse bütün Fener yönetimi orada. Nihat Özbağ, Abdullah Kiğılı...
Ve tabii söz dönüp dolaşıp Aziz Yıldırım’a takımın ve yönetimin nasıl destek verdiğine geliyor.
Sarı-lacivert taraftar ve yönetimin...
Başkanlarının arkasında nasıl durduğu konuşuluyor.
“Vefa” deniyor. “Takım ruhu” deniyor. “Dostluk, arkadaşlık” deniyor.
İşte tam bu sırada Ağar “ince bir serzenişte” bulunuyor...
- Siz daha çok yanımdasınız...
Ağar’ı tanırım. Galatasaray yönetiminden kamuoyu desteği almak gibi bir beklentisi olmaz.
Olsa olsa bir vefadır, bir “Nasılsın”dır beklenen.
İnsan işte.
Böyle günlerdeki ruh durumu farklı oluyor. İster istemez yürek burkan bir karşılaştırma yapıyor.
O yapmasa hayat yaptırtıyor.
Gerçekten de Ağar, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nden Adalet ve İçişleri Bakanlığı’na kadar her dönemde Galatasaray’a destek olmuştu.
Galatasaray yönetimleri ne istese elinden geldiğince yapmıştı.
Ama böyle bir günde Galatasaray yönetiminden önce...
Fenerbahçe yönetimi ziyaret edince...
Kırılıyor, buruluyor, üzülüyor.
Şöyle de sorabilirim...
Ağar bugün Cezaevi’nde değil de hükümette olsaydı...
Galatasaray yönetimi ziyaret etmez miydi?
Hem de nasıl ederdi?
Bu durumda Ağar kırılmakta haklı mı?
Çok haklı...
Çünkü...
İnsan hayat yolunda suç işlemiş olabilir.
Ama asıl suç, vefa ve kalp yolunda işlenir...
O kalpler, vefa mesafesinde kırılır.
Bu arada...
Fatih Terim’in, Hakan Şükür ve Arda Turan’ın ziyaretlerini de bir “vefa tescili” olarak buraya yazmalıyım.
Hayatın öteki kıyısından mektup var
DÜN Almanya’dan bir mesaj aldım.
Sanki bir türlü adını koyamadığımız bir ihtiyaca postalanmıştı.
Arka sokaklarımız farklı...
Adresimiz aynıydı.
Ve o mesajı gökyüzü mesafesinde okuyunca...
Bir süredir “kalp hafızam”da tuttuğum bir fotoğraf geldi aklıma...
İnancın arka sokaklarında çekilmiş bir fotoğraf.
Önce mektubu okuyun sonra aşağıdaki fotoğrafa bakın.
Ki neredeyiz daha iyi anlayalım.
Selam Fatih...
Dün aksam senin kulaklarını çınlattık.
Akşam bir konserdeydik.
Münih´in St. Matthäus Kilisesi’nde harika bir kompozisyon dinledik.
“Music for the one god”.
Soğuk, kalın taş duvarlarda Sufiler...
Yunus Emre’nin dizelerini ney ile üflediler.
Sazendeler döndü Bizans korosunun dini ayinlerinde...
Vivaldi´nin Bach’ın notalarını birlikte söylediler...
Hep bir ağızdan üç ayrı dinin temsilcileri..
Hafız ve tenor...
Hiçbir uyumsuzluk gözlenmedi..
Ve program Sufilerin “Allah, ya ilahi illallah” nidaları ile biterken tüm seyircileri doyuma sürükledi...
Seneler sonra, tesadüfe bak ki ramazanın ilk günü, böyle bir şeyi çoook uzaklarda yaşamak çok hoş oldu.
Seyirciler hayran bir şekilde konuşa paylaşa ayrıldılar.
Herkes kendi dünyasına kendi dinine doğru huzurla dağıldı.
Çok pozitif bir yaşam anıydı.
Bu grubun İstanbul´da daha güzel konserleri olduğunu okudum.
Yolun düşerse tavsiye ederim...
Fügen
Unutmaya ayarlı şu gündelik hayatımızda...
Bize hatırlattıkların için sağ ol sevgili Fügen...
Kırcaali mesajı
AVRUPA Birliği Bakanı Egemen Bağış, geçtiğimiz ayki Bulgaristan gezisinde gittiği Kırcaali’de Müftü Beyhan Mehmet ve Aziz Yuan Predteca Kilisesi Papazı Ates Nikolay’ın ellerini birleştirerek ‘hoşgörü’ mesajı vermişti.
76 yıl sonra ne değişti?
ŞAM’daki diktatör diyor ki...
- Gelin bize yardım edin, destek verin. Yabancıları kovalım. Sonra Türkiye’ye bağlanalım.
Özeti bu...
Ankara cevap veriyor:
- Biz bu teklifi samimi bulmadık. Biz daha çok Suriye halkı ile temas ettik. Ve dedik ki... İleride federatif ya da konfederatif bir şekil yaratabiliriz.
Ne zaman ve kimler arasında oluyor bu diyalog?
76 yıl önce 1936’da Mustafa Kemal Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde açıklıyor bu görüşmeleri. (TBMM gizli celse zabıtları, Cilt 1, İş Bankası Yayınları...)
Suriye’nin başındaki Emir Faysal önce Fransızlara yatıyor. Ancak halk tepki gösterince, yeterli desteği bulamadığı için Türkiye’ye mecburen bu teklifi yapıyor.
Mustafa Kemal diplomatik bir dehayla diyor ki...
- Bizim için önemli olan halklar arasındaki kardeşliktir. Din kardeşlerimizi bağrımıza basarız. Ancak bu teklif samimi değildir. Biz istiklalimizi kuruyoruz. Bu nedenle kendi kaynaklarımızı şimdi heba edemeyiz. Siz de bağımsızlığınızı kazanın ileride federasyon ya da konfederasyon olabilir.
İşte bugün hâlâ emirliklerden, krallıklardan, diktatörlüklerden kurtulamamış Ortadoğu’nun Suriye’siyle 76 yıl önce durum buydu...
Şimdi kabile düzeninden halk olmaya, demokrasi içinde anayasal vatandaş haline gelmeye çalışan insanların acılı coğrafyasında...
Elbette Türkiye bir rol modeli olacaktır.
Eğer Türkiye...
Müslüman bir toplumu, demokrasi ve vatandaş kavramıyla laik bir zeminde yaşatabiliyorsa...
Eğer Türkiye...
Herkesin dilediği gibi, kendi inancına ve düşüncesine göre özgürce yaşayabileceği bir demokrasi zeminiyse...
Elbette 76 yıl sonra hâlâ vatandaş olmaya çalışan halkların umudu ve modeli olacaktır.
Ortadoğu’da sınır savaşı olmaz olsa olsa sinir savaşı olur!
ARTIK biliyoruz... Ruslar Esad’ın ülkesinden Akdeniz’e inmek istiyor.
Çin... Akdeniz’de bir askeri üs arıyor.
İran... “Bir dakika” diyor...
Bu arada... BM, insanlık tarihin en büyük seyir terası haline geliyor.
O salondan katliamlar izlenirken...
Irak’ta ölen 1 milyona yakın insana Suriye’de yeni acılar ekleniyor.
Bir daha söylesek...
“İNSANLAR ÖLÜYOR”
Ya da...
“Halklar katlediliyor.”
Ya da...
“İnsan kanı petrolden ucuza akıyor!”
Belki de...
“Şeyhlerin, emirlerin banka hesapları...
Dev yatları, özel jetleri, zulüm üzerine yeniden dizayn ediliyor.”
Böyle bakınca... Tarih bana diyor ki...
“Ortadoğu’da bir sınır savaşı olmaz.
Olsa olsa bir sinir savaşı olur...”
Paylaş