FETÖ’yle mücadelesini ve 15 Temmuz gecesini anlatıyor.
Ama polis koleji yıllarını anlatırken o kadar önemli bir cümlesi var ki..
“FETÖ’den nasıl kurtuldum?” sorusuna bir cevap veriyor.
Diyor ki;
“Ailem bu konularda bilinçli insanlardı. Biz daha çok devlete yakın, manevi değerleri Anadolu çapında yaşayan bir aileyiz. Bir de kolejdeyken haftada 2-3 kitap okurdum. Okumalarım, ailemin yapısı, biraz da aldığım terbiye sayesinde kurtuldum.”
İşte kurtuluş formülü..
1 - Aile ve terbiye..
2 -
“Birileri koltuk derdinde.”
Peki şimdi imza toplayan o delegeler acaba bu söz üzerine ne düşünecek?
Yani “koltuk derdindeki” delegeler.
İşte hep böyle oluyor.
Dün açık açık yazdım. Kurultaylar tarihine bakın.
Hepsinde aynı söz ve gerekçe vardır:
“Değişim ve yenilenme.”
Kurultaylarda “
Birlikte çalışan önemli bir isim şöyle diyor:
“Kemal Bey bu seçim sonuçlarına göre delege imzası beklemeden kurultaya gitmelidir. CHP’nin kuruluş günü 9 Eylül de en uygun zamandır.”
Ancak genel merkezin açıklamalarından anlıyoruz ki Kılıçdaroğlu’nun böyle bir niyeti yok.
Peki şimdi ne olacak?
Eğer kurultay olmazsa, CHP, teşkilatların soru dolu bakışları altında ve kuşkulu bir genel merkezle yerel seçimlere mi gidecek?
Şu tarihçeye bir bakın.
Acaba kaç kurultay izledik.
Daha öncesinde Halkçı Parti birleşmesi...
Kararnameler de öyle kişisel değil.
Basit birkaç yönetmelik değişikliği hiç değil.
Devletin yeniden yapılanmasını kapsayan, köklü kararnameler.
Birer devrim belgesi gibi...
Belli ki uzun süre üzerinde çalışılmış...
Bakanlıklar lağvediliyor. Başkanlıklar kuruluyor. Bakanlıklar birleşiyor.
Milli Güvenlik Kurulu, Yüksek Askeri Şûra gibi devletin en kritik kurumları yenileniyor.
Üye yapıları değişiyor.
Binlerce yıl uzaktan.
Değişmeyen sorumuz şuydu:
Milyarlarca yıllık bir gezegende...
İnsanlığın tarihi nereye kadar geri gidebilir?
Bilinen en eski inanç coğrafyası bu topraklarda çıktığına göre.
Şanlıurfa...
Ağrı Dağı... Nuh Peygamber’in gemisi...
"İşte buradan kalkıyoruz” dedi. Bindik helikoptere.
Ankara’nın üzerinden bir tur attık. Sonra Eskişehir’e doğru yöneldik. Pencereden bakarak anlatıyordu:
“Bak şu eğimi ortadan kaldırmamız tam 4 ayımızı aldı.”
“Bak şuradaki virajı düzeltmek için tonlarca toprak döktük. Taş taşıdık.”
“Bak şurada köylüler zarar görmesin diye elektrik hattını değiştirdik.”
O anlatıyor, ben de seyrediyordum. Seyretmesi kolay tabii...
Tam bir önemli noktayı daha gösteriyordu ki, gözü bir yere takıldı. Baktı... Pilota, “Şuraya iner misin” dedi. Aşağıda bir tarlada insanlar çalışıyordu. Patates tarlası. İndik... Yürüdük aralarına girdik.
“
Diyor ki;
“Kıbrıs Rum kesimi Fransa’yla askeri üs anlaşmasını genişletti. Ve Rumların istediği sondaj ve deniz trafiği güvenliğini Fransa üstlendi..”
Olay açık değil mi?
Şu olayı hatırlayalım:
“Doğu Akdeniz’i 13 parsele ayıran Rumlar, bu parsellerden 8’ini uluslararası şirketlere kiraladı. İtalyan ENI, 5 parselle, en fazla yer kiralayan şirket. İtalyan şirketin sondaj gemisi, şubat ayında KKTC açıklarındaki sondaj bölgesine ilerlerken Türk donanması tarafından engellenmişti.”
Şimdi Rum kesimi, toprağı rüşvet olarak verip, karşılığında koruma istiyor. Fedai anlaşması..
Üstelik aynı anda bir Fransız firması da sondaj hakkı alıyor...
Arkadaşlar.. AB yönetimi ve BM;
iki safir ve iki zümrüt arasına yerleştirilmiş olan bir elmasa benzer ve evrensel imparatorluk yüzüğünün en kıymetli merkez taşını oluşturur.”
1830’lu yıllarda Çanakkale, Marmara, İstanbul ve Ege’yi gezen Sir Grenville Temple’ın yazdığı “Akdeniz’de Geziler” kitabından aldım bu cümleyi.
Bir İstanbul anlatıyor ki...
Bugün hayal bile edemeyiz...
İşte bir örnek:
“Boğaz’ın güzellikleriyle ilgili kendimce oluşturduğum tüm düşünceler, gerçeğine yenik düşmüştü. Hayret verici bir güzelliğe sahip olan Avrupa yakası hâlâ güzellik konusundaki zaferi Asya kıyısına bırakmıyordu. Fakat her iki tarafta da güzel ve ihtişamlı köyler, muazzam kasabalar, topçu bölükleri, imparatorluk sarayları, köşkler, özel villalar, camilerin yükselen kubbeleri ve ince minareleri, sayısız çeşitteki ağaç ve bitkilerin yemyeşil yaprakları, ormanlar, serviler, her yönde etkileyici vadilerle iç içe geçmiş tepelerin o çarpıcı ve zarif siluetleri daha çok durgun göllerden oluşan bir sıra gibi görünen Boğaz’ın kendisinin o tertemiz güzelliği, gökyüzünün berraklığı, hayal edilebilecek en muhteşem masalsı manzarasını oluşturuyordu...”
Bu satırları okurken, şimdi Boğaz’ın iki tarafından yükselen o beton azgınlığı düşündüm.
Sir Temple