Paylaş
Yılmaz'ın rüyası bile yok!
Şaşkın ördeklerin suya nasıl daldığını hepimiz biliriz.
Yılmaz'ın başbakanlıkları da hep o hesap.
Her koltuğa oturuşunda bir umut kaplıyor vatandaşı.
Yılmaz o umudu, birkaç günde söndürmeyi başarıyor.
Plan yok, program yok, vizyon yok. Siz, Mesut Yılmaz'ın ağzından bir Türkiye geleceği projesi duydunuz mu?
Türkiye 30 yılda Demirel'i gördü, Ecevit'i gördü, Özal'ı gördü, Çiller'i, Erbakan'ı gördü.
Bunlar yalan veya doğru, mümkün veya gayri mümkün bir vizyon koydular vatandaşın önüne.
Kimi hayal, kimi gerçek, kimi servet peşindeydi.
Ama hepsinin halka satacak bir şeyi vardı. Ellerindeki sepet boş bile olsa, bir şey vaat ediyorlardı.
Geleceğin Türkiyesi'nden söz ediyorlardı.
Ben bunca yıldır Mesut Yılmaz'ın ağzından böyle bir şey duymadım.
Duymadım, çünkü yok.
Yılmaz'ın bir planı, bir programı ve hepsinden kötüsü bir rüyası yok.
Uğruna mücadele edecek bir hedefi, ya da bir fikrin karşısına dikeceği karşı fikri yok.
Aslında galiba tek varlık sebebi var.
Çiller...
Karşısına dikildiği tek şey Çiller.
Çiller olmasa, o da olmayacak.
Ne irticaya karşı, ne gelişmeye...
Ne gelişmeden yana, ne irticadan...
Bir tek Çiller'e karşı.
Ve onun bu vizyonsuz düşmanlığı, Çiller gibi bir hiçe bile yaşam veriyor.
Mesut Yılmaz'a çocukken, ‘‘Sen büyük adam olacaksın, başbakan olacaksın’’ demişler.
O da olmuş.
Ama hiç kimse ona ‘‘Başbakan olunca şunu şunu yapacaksın’’ dememiş ki!
Mesut Yılmaz ne yapsın!
Kendi düşen ağlamaz
YILMAZ, askerlerin muhtırası karşısında kendisini yalnız bırakan Ecevit ve Cindoruk'a kırgınmış.
Hangi hakla merak ediyorum!
‘‘Emrimdedir’’ dediği -ki gerçekte de öyle olan- orduya ve onun üst yönetimine yerli yersiz veryansın ederken Ecevit'e mi sormuş, yoksa Cindoruk'a mı?
Baykal'ın ara rejim sözlerine kanıp, ortalığı durduk yerde birbirine katarken de iki ortağına danıştığını sanmıyorum.
Tiflis'te gazetecilerle sessiz film oynarken de, Cindoruk ve Ecevit'in fikrini almamıştı herhalde.
Eee, o zaman kırgınlık niye?
Eskiden bizim mahallede yaramaz çocuklar vardı.
Ona buna çatarak dolaşırlardı.
Sonunda biri dayanamaz, tokadı patlatırdı.
Tokadı yiyince ağlayarak yanımıza koşar ‘‘Ben dayak yerken niye bana yardım etmediniz?’’ diye sızlanırdı.
Biz de ona, ‘‘Kardeşim, şurda yanımızda rahat rahat otursan, durduk yerde adam sana niye tokat atsın. Kendi düşen ağlamaz’’ derdik.
Gazeteci, günah keçisi mi?
GENELKURMAY Başkanlığı, üç gazeteci arkadaşımızın garnizonlara girişini yasaklamış.
Mesut Yılmaz'ın Tiflis'te yaptığı açıklamaları kaleme alan üç arkadaşımızın, Mehmet Ali Birand, Yalçın Doğan ve Muharrem Sarıkaya'nın.
Son derece yakışıksız bir durum.
Bunun benzeri durumları biz gördük.
Ama askerlerden değil, siyasilerden.
Siyasiler kendilerine muhalif gazetecilere karşı böyle tavırlar aldılar.
Ancak Genelkurmay bilmeli ki, bu arkadaşlarımız hiçbir şekilde askere veya orduya muhalif değiller. Onlar sadece görevini yapan gazeteciler.
Başbakan yanlış anlaşılabilecek ve hatta yanlış olan bir açıklama yapıyorsa, bunun sorumlusu bu açıklamayı yazan gazeteciler olamaz ki!
Ayrıca başbakanların yaptığı açıklamaları, mantık süzgecinden geçirerek yazılıp yazılmayacağına karar vermek, gazetecinin işi değil ki!
Başbakan ne dediğini bilmiyorsa, gazeteci ne yapsın?
Karadayı Paşam, eğer o gün Tiflis'te görevli gazeteci siz olsaydınız, Başbakan'ın dediklerini veya sessiz film yöntemiyle anlattıklarını siz de yazardınız. Emin olun ki yazardınız.
Başbakan şimdi suçu gazetecilere yıkmaya çalışıyor. Bir gazeteci olsa, yanlış anladı, kötü niyetli diyeceğim.
Tam üç gazeteci aynı anda, nasıl yanlış anlar.
Eğer yazılanlardan ötürü garnizonlara girmesi yasaklanacak bir kişi varsa, o da Başbakan'dır.
Bu da mümkün olmadığına göre...
NE ZAMAN ADAM OLURUZ
Ağzımızdan çıkan sözlerin arkasında durabildiğimiz zaman.
Paylaş