UZUN yıllar önce, ABD Dışişleri Bakanı Kissinger’ın bir gezisi sırasında eşine birkaç bin dolar değerinde şık bir pırlanta kolye hediye edilmişti.
Kissinger görevde olduğu sürece Bayan Kissinger bu kolyeyi taktı.
Görevden ayrılırken de ‘Parasını Amerikan hazinesine ödeyerek’ kolyeyi almak istedi.
Çünkü ABD’de kamu görevlilerinin belirli bir limitin üzerinde hediye kabul etmelerini yasaklayan bir yasa vardı.
Ancak bu teklif kabul görmedi ve Kissinger’larkolyeyi hazineye bıraktılar.
Rusya gezisi sırasında bir Türk kuyumculuk firması, Başbakan’ın eşi Emine Hanım’a 30 bin dolar değerinde olduğu iddia edilen bir kolye hediye etmiş.
Hediyeyi veren yabancı bir devlet adamı veya kurum değil, bir Türk firması olduğu için bu hediye daha verilirken rahatlıkla reddedilebilirdi. Doğrusu buydu.
Ama edilmemiş.
Bence büyük yanlış yapılmış.
Genelde sağduyulu biri olarak tanıdığımız Emine Erdoğan,‘Kocam Başbakan olmasa bu adamlar bana bu kolyeyi niye hediye etsin’ deyip, geri çevirse çok şık bir hareket yapmış olacaktı.
Fırsatı kaçırdı.
Ama yine de bir başka fırsat doğdu.
Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz günlerde kamu görevlilerinin ne şekilde hediye alabileceklerine dair bir ‘etik yönetmeliği’ hazırlattı.
Benzer bir yönetmelik siyasetçileri de kapsayacak şekilde oluşturulabilir.
Ve bu değeri yüksek gerdanlık da, Başbakanlık demirbaşları arasına kaydedilir.
Konu da kapanır. Hem de geleceğe yönelik olarak bir önlem alınmış olur.
Çünkü bu kolye meselesi, makamın kullanımına verilen otobüse veya makam aracına benzemez.
Hediyeyi verenler ise bence büyük bir terbiyesizlik yapmışlar.
Aileden olmayan bir hanımefendiye bu kadar büyük bir hediye en azından ‘görgüsüzlüğe’ girer.
Ferhan Şensoy: Sahneyi bırakmıyorum ki kavuğu vereyim
FERHAN Şensoy aradı, ‘Önce bir beni arayıp sonra yazsaydın’ dedi ve ‘kavuk’ konusuna açıklık getirdi.
‘Ben kavuğu ona veririm, buna vermem demiyorum. Ben kavuğu henüz vermeye hazır olmadığımı söylüyorum’ dedi ve anlattı:
‘Bu kavuk İsmail Dümbüllü’nün de değil. Bu kavuk Komik-i Şehir Hasan Efendi’nin. Hasan Efendi bu kavuğu 40 yıl takmış. İsmail Dümbüllü ise 13 yaşında Hasan Efendi’nin kumpanyasına çırak olarak girmiş. En sonunda bir gün Hasan Efendi, Dümbüllü’yü çağırmış ve ‘Sen artık oldun’ demiş ve kavuğu onun kafasına geçirmiş. Ve bir daha da sahneye çıkmamış. Münir Özkul da bana verdikten sonra bir daha hiç oynamadı. Ben hálá haftada 6 gün sahnede olan biri olarak kavuğu niye birine vereyim. Günü geldiğinde verecek birini buluruz elbet. Bu kavuğu genelde usta, çıraklarından birine devreder. Ben de öyle yaparım.’
Ferhan Şensoy’un anlattığına göre kavuğun sahibinin bir de vekili var. Kavuğun sahibi eğer kavuğu birine veremeden ölürse, vekil devreye giriyor ve kime verileceğine o karar veriyor. Münir Özkul’un vekili Erol Günaydın’mış. Hatta bir gün Günaydın ve Özkul birlikte uçakla İzmir’e giderken, ‘Uçağa bir şey olursa kavuğun ne olacağına kim karar verecek’ diye konuşmuşlar.
Şensoy’a sordum, ‘Senin vekilin kim’ diye.
‘Bütün ortaoyuncuları benim vekilim. Ben veremeden ölürsem ya birine verirler, ya da usta çırak ilişkisi içinde içlerinden birine’ dedi.
Türkçe’nin bozulmasıyla ilgili olarak da söyleyecekleri vardı Şensoy’un.
‘Sinan beni dinlemiş; ama her zaman olduğu gibi yanlış anlamış’ dedi ve onu da anlattı:
‘Hızır Tüzel’le bir röportaj yaptım. Orada bana bu ‘oha oldum abi’ lafını sordu. Ben de bunların dilin zenginliği olduğunu, küfrün, argonun dile hayat getirdiğini anlattım. Ben mi demişim Türkçe bozuldu diye.’
Kavuk meselesi de böylece aydınlanmış oldu. Kavuk hálá Ferhan’da. Bu gidişle epey de onda kalacak gibi.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
En yüksek ücretin onurlu bir çalışma ortamı olduğunu anladığımız zaman.