Fatih Altaylı: Sivil seferberlik

Fatih ALTAYLI
Haberin Devamı

İstanbul sosyetesinin cipe merak sarmadığı zamanlardı. Arazi aracı diye tabir edilen 4x4 araç aldığınız zaman aracın ruhsatına bir de sefer görev emri iliştirilirdi.

Yani devlet gerek duyduğu hallerde bu araçlara el koyabilir ve kullanabilirdi.

Şimdi bu veriliyor mu bilmiyorum. Ancak gördüğüm bir şey var ki, devlet sefer görev emri verse de vermese de, Türk halkı kendini devletten çok daha iyi organize ediyor ve çok daha iyi görevlendirebiliyor.

Dün sabah Radyo D'de İzmit Büyükşehir Belediye Başkanı Sefa Sirmen, ne ihtiyacınız var sorusuna ‘‘Vince, bekoya ve kesici, delici aletlere’’ yanıtını verdikten birkaç dakika sonra Radyo D'nin telefonları ve faksları bir anda çalmaya başladı.

Balkaner İnşaat Grubu adına arayan Sibel Egemen 300 tonluk bir vinci, pek çok lastik tekerlekli ve paletli kazıcı ve yükleyiciyi, ellerindeki her tür kırıcı ve kesicileri, oksijen takımlarını ve benim adını dahi anlamadığım birçok aleti, operatörleri ve formenleriyle birlikte 1 saat içinde İzmit'e ulaştırabileceklerini söyledi.

His-Mak'tan Refik Akdağ aradı. O da elindeki bütün malzemeyle katılmak istiyordu.

Sabah programda Yalova'da karaborsa su satanlara sövmüştüm.

Pek çok su üreticisi arayarak bölgeye su göndermeye hazır olduklarını veya göndermekte olduklarını söylediler.

Enka dünden işe sıvanmıştı. Pek çok firma elindeki olanaklarla yollara dökülmüştü bile.

Vatandaşlar da otomobiline yüklediği yardım malzemelerini bölgeye ulaştırmak üzere yola çıkmaya hazır olduğunu belirttiler.

Yat sahipleri yatlarıyla denizden yardım taşımaya hazır olduklarını bildiriyorlar.

İnanılmaz bir biçimde, yardımlaşma ve acıya ortak olma duygusuyla toplum olarak harekete geçtik.

Devletin yapamadığı yapmak üzere halk dehşetli bir mekanizma oluşturdu.

Bütün aksaklıkları, bütün hazırlıksızları, 24 saat içinde toparlanan toplum bilinciyle aştı.

Devletin seferberlik ilan etmemesine karşın, halk gönüllü bir seferberlik başlattı.

Bu seferberlik az uz şey değildir.

Çok kaybımız var.

30 bin kardeşimizi yitirmiş olabiliriz.

Ama millet olduğumuzu, birlikte olduğumuzu hatırladık.

Sevinçleri paylaşmakta çok usta değiliz henüz, ama acıları paylaşmayı öğreniyoruz.

Umarım bir gün sevinçleri de paylaşabiliriz.

Yatçılar ne yapsın?

PEKÇOK yat sahibi aradı. ‘‘Kara yolunda ulaşım zor. Biz denizden hem yardım götürebiliriz, hem yaralı taşıyabiliriz’’ diyorlar.

Ancak bunu organize edecek bir kuruluş da yok.

Bir şeyler yapmak isteyen çok.

Ancak yol gösterecek kimse yok.

Havaalanında keşmekeş

DÜNYANIN her yerinden yardım ekipleri yağıyor. Fakat bu ekipler havalimanından çıkıp da yardımcı olabilecekleri bölgelere gidemiyorlar.

İstanbul Valilİği tam bir rezalete imza atıyor.

24 saattir havaalanında ne yapacağını bilmeden bekleyen kurtarma ekipleri olduğunu bildiriyor havalimanındaki görevliler.

Bu ekipleri getiren uçaklara kimin yakıt vereceği belli değil.

Adam Japonya'dan, Amerika'dan Atatürk Havalimanı'na kadar geliyor, ama onu oradan alıp Avcılar'a, İzmit'e, Gölcük'e, Adapazarı'na, Düzce'ye götürecek organizasyonu yapamıyoruz.

Yuh olsun bize.

Bakandan sert yanıt

AF tasarısının mimarı Adalet Bakanımız Hikmet Sami Türk hacca gidişiyle ilgili yazıma yanıt yollamış.

Yanıtın üslubu Sayın Bakan'ın benden pek hazzetmediği izlenimini edinmeme neden oldu.

Aynen aktarıyorum:

‘‘Sayın Fatih ALTAYLI

Hürriyet Gazetesi/İstanbul

Bugünkü yazınızda iddia ettiğiniz gibi, hacca devlet ve millet parası ile değil, kendi imkánlarımla gittim. Zaten haccın şartlarından biri, bu farizanın insanın kendi imkánlarıyla yerine getirmesidir.

Bugünkü yazınız, bir düşünce veya görüşün açıklanması değil, düpedüz iftiradır. Sizi iddianızı ispata davet ediyorum. Aksi takdirde sizi müfteri ilan edeceğim.

Yasal hakkım saklı kalmak üzere, bu açıklamanın köşenizde yayınlanmasını rica ederim.

Prof. Dr. Hikmet Sami TÜRK

Adalet Bakanı

İmza.’’

Anlaşılan af meselesi Sayın Bakan ve benim aramda şahsi bir mesele haline gelmiş.

Oysa hiç gerek yoktu.

Ama bence bir mahzuru da yok.

NOT: Sayın Bakan hakkındaki iddialara yanıt vermekte gecikmiyor. Güzel bir alışkanlık. Keşke af konusunda kendisine ve partisine yöneltilen suçlamalara da aynı süratte yanıt verseydi.

Gölge etmeyin

BAŞTA Cumhurbaşkanı olmak üzere, devlet büyüklerinin deprem bölgesine gitmelerini engellemek şart.

Çünkü bu kişilerin oraya gitmeleri işleri iyice aksatıyor.

İşinin başında kurtarma çalışmalarını yürütmesi gereken yerel yöneticiler, kıymetli zamanlarını bu zevatı karşılayıp ağırlamakla harcamak zorunda kalıyorlar.

Bunlar gelecek diye yardım taşıyan araçların yolu kesiliyor, hasta taşıyan ambulanslar bekletiliyor.

Rica ediyoruz, büyüklerimiz bu işi uzaktan izlesinler.

Millet artık onlardan bir şey beklemiyor.

İşi güçleştirmesinler yeter...

Böyle muhabir olmaz olsun

TELEVİZYONLARIN habercilik yapması acilen yasaklanmalı.

En azından böyle dönemlerde.

Televizyon haberleri tam bir facia.

Ortalığı velveleye vermek onlarda, palavradan haber üretmek onlarda, deprem olayına bile magazin boyutundan bakmak onlarda.

Ama anlaşılan ellerinden başka türlüsü gelmiyor.

Çünkü zekáları bu kadar.

Önceki gün bir manzara.

Salaklığı yüzünden akan bir televizyon muhabiri, enkaz altından insan kurtarmaya çalışan bir görevlinin yanına gidiyor.

Adam belli ki yabancı.

Bizim salak muhabir yabancı dil bilmiyor. (Çoğunun müdürü de bilmiyor).

Bir tercüman aranıyor. Kurtarma çalışması yapanlardan biri daha tercüman olarak getiriliyor.

Ve aptal aptal sorular.

Toprak altında birileri can çekişiyor, salak muhabir abuk sabuk sorularla kurtarma ekibini oyalıyor.

Ben ekran başında muhabire sövüyorum.

Emin olun ki, Hürriyet'in yemekhane personeli, bu televizyonların çoğu muhabirinden daha gazeteci.

Heyecanlı bir ses tonuyla aptal aptal bağırmayı muhabirlik zanneden bir grup salak.

Hadi muhabir acemi, bilgisiz.

Ya müdürü...

Al müdürü, vur muhabire.

Ben RTÜK'ün yerinde olsam, böyle zamanlarda televizyonlara haber yapmayı yasaklarım. Normal günlerde Kemal Sunal filmi gibi eğlenceli oluyorlar ama iş ciddiye binince çekilmiyorlar.

Yetmez sağlık personeli nasıl yeter oldu?

Benim bildiğim Türkiye’de her zaman kan ihtiyacı vardır. Normal zamanlarda bile.

Ancak Sağlık Bakanı Durmuş, ‘Kan ve sağlık personeline ihtiyacımız yok’ diye bas bas bağırıyor.

Ben bunu anlayamıyorum. Sürekli olarak doktor açığından bahsederiz, sürekli olarak sağlık personelinin yetersizliğinden bahsederiz.

Normal anlarda yetersiz olan sağlık personeli, nasıl olur da on binlerce insanın yaralandığı bir deprem sırasında yeterli hale gelir.

Sağlık Bakanı’nın bu açıklamalarını anlamak mümkün değil.

Zaten doktorundan hemşiresine pek çok sağlık personeli beni arıyor ve Bakan’ın bakanlığına leke sürmemek için böyle konuştuğunu aslında büyük bir ihtiyaç olduğunu söylüyorlar.

Haklı olmaları kuvvetle muhtemel.

Sayın Bakan’ın bugünlerde ‘Ar’ yapması değil, gerçeklerle boğuşması lazım.

NE ZAMAN

ADAM OLURUZ?

Türkiye 30 bin can verdiğine yanarken, Kral TV müzik yayınını sürdürmediği zaman...



Yazarın Tüm Yazıları