Paylaş
Fazilet Partisi'nin türbanlı milletvekili Merve Kavakçı, Meclis'in yarınki açılışına büyük bir olasılıkla gitmeyecek.
Kavakçı'nın rapor alarak açılışa ve yemin törenine katılmayacağı söyleniyor.
Kavakçı yeminini daha sonra edecek.
Çünkü yemin etmeden milletvekili olması, milletvekilliği haklarından yararlanması mümkün değil.
Benim derdim Kavakçı'nın Meclis'e gelip gelmemesi değil. Ben, Kavakçı'nın Meclis'e gelmemek için alacağı rapora taktım.
Herkes biliyor ki, alınacak rapor sahte.
Peki o zaman yapılan iş sahtekárlık olmuyor mu?
Bir milletvekili, daha işin başında sahtekárlığa başvurmuş olmuyor mu?
Ne hoş değil mi?
Hanımefendi sahte rapor alacak ve Meclis'e gelmeyecek.
Sonra da bu Meclis, halka örnek olacak.
O zaman sahte raporla sınıfta kalmaktan kurtulan öğrenciye, sahte raporla askerden kaçan alçağa, sahte raporla işi kaytaran memura, işçiye kızmaya kimin hakkı olacak?
Hatta geçen dönem sahte raporlarla Meclis çalışmalarına katılmadığı için koro halinde sövdüğümüz Fırıldak Kubi'ye ayıp olmayacak mı?
Bir işe namusuyla başlarsanız o iş namuslu gider.
Sahtekárlıkla başlarsanız sahtekárlıkla gider.
Ben bunu bilir, bunu söylerim.
Artık korkmuyoruz
BU köşe beşinci yılında. Ve zannediyorum, Hıncal Uluç'un köşesiyle birlikte en interaktif iki köşeden biri.
Yani okuruyla birlikte yürüyor.
Faksla, telefonla okur katkısı büyük. Her gün yüzlerce faks geliyor.
Beş yıl içinde fakslarda gördüğüm değişim çok hoşuma gidiyor.
İlk günden bu yana pek çok şikáyet, isyan ve eleştiri faksı gelirdi.
Okurlar kendilerini yönetenlere, bize yazdıkları fakslar aracılığıyla seslerini duyurmaya çalışırlardı.
O günlerde gelen faksların altında hep, ‘‘Fatih Bey, adımız gizli kalsın. Sonra başımız belaya girer’’ notu olurdu.
Bu giderek azaldı ve şimdilerde neredeyse sıfıra düştü.
Hatta büyük bölümü ‘‘Adımı verebilirsiniz’’ veya ‘‘Adımı verin’’ diye bitiyor.
Giderek korkularımızı atıyoruz.
Böyle giderse, İstiklal Marşımızın ilk kelimesini değiştirmek zorunda kalabiliriz.
Ne güzel...
Bu televizyonlarla böyle seçim
TÜRKİYE'de her seçimde halkın farklı bir ucu yükseltmesini anlamayanlar var. Oysa bunu anlamak çok kolay.
Bir akşam televizyon izleyin anlarsınız.
Açın televizyonu... Karşınızda Televoleler...
Bir grup acayip kadın, erkek ve ikisinin karışımı.
Yalnızca Televoleler olsa yine iyi. Bir sürü saçma sapan sözde magazin programı.
Aynı tipler yine orada.
Bu hastalık gazetelerde, magazin eklerinde de var.
İçlerinde baldır bacak, meme popo...
Hepsinde kim kiminle, nerede...
O onun sevgilisi, bu bunun.
Kucaktan kucağa gezen bir grup basit kadın.
Ve onlarla beraber olarak erkekleştiğini zanneden cüzdan zamparaları. Hepsi hepsi 200 kişi.
Her gün televizyonda, her gün gazetede.
Ama bunların yüz kişilik bir berbat grup olduğunu biz biliyoruz.
Hakkári'deki delikanlı da, Yozgat'taki, Tokat'taki, Sıvas'taki delikanlı da bilmiyor, genç kız da.
Kimi bunlara özeniyor, kimi bunlardan nefret ediyor. Ve zannediyor ki, Türkiye'de kalabalık bir grup böyle yaşıyor.
Zannediyor ki, Batılılaşmak, Avrupalılaşmak bu.
İstanbul'da, İzmir'de kimin elinin kimin cebinde olduğunun belli olmadığını düşünüyor haklı olarak.
Ve televizyon ekranlarından, kimi gazetelerden fışkıran bu marjinalliğe karşı, onlar da kendi marjinalliklerini geliştiriyorlar.
Yoldan çıkmış üç beş zirzopu, sanki Türkiye'nin batısı buymuş diye verince bu sonuç normal.
Bu televizyonlarla, bu sözde magazinlerle biz yine halimize şükredelim.
Bir grup serseri
ÖNCEKİ gün sekreterim Gülay çok sıkıntı çekti. Kendilerini Hizbullahçı olarak tanıtan bir grup, sürekli telefon açıp küfrettiler.
Başörtüsü aleyhinde yazdığımı söyleyip sövüyorlarmış.
Tam onlara yakışacak bir durum.
Hem terbiyesiz, hem de salaklar...
Ben, ‘‘İsteyen örtünür, isteyen açılır’’ diyorum.
Mürtecilerin bu kozunu ellerinden almanın yolunun serbestlikten geçtiğini söylüyorum.
Fakat kendilerini Hizbullahçı olarak tanımlayan bu beyinsizler anlamıyorlar.
Hadi biri anlamıyor, hepsi mi anlamıyor?..
Evet hepsi anlamıyor!
Çünkü aslında okumuyorlar.
Biri okuyor. Çözemiyor. Ve kendi küçük beyninde, ‘‘Bunu yazan Fatih Altaylı. Olsa olsa türbana karşı yazmıştır’’ diyerek, tedbiren sövüyor.
Ama ben onlara kızmıyorum. Çünkü onlara acıyorum.
Biraz zekáları olsa, dinle terörün, dinle küfrün bağdaşmayacağını bilirler.
Onlar Müslüman falan değil ki!
Onlar serseri...
NE ZAMAN
ADAM OLURUZ?
Doktora vicdanımızı rahatlatmak için değil, tavsiyelerini yerine getirmek için gittiğimiz zaman.
Paylaş