MİLLİ maçtan hemen sonra yazmadım. Bekledim, ‘Bakalım kim ne diyecek?’ diye.
Aklı başında laf eden pek az.
Kimileri farklı olmak için ‘inanmadığı’ şeyleri yazmış, kimileri ‘kulüpçülük’ kinini saklayamamış. Bazıları da meseleyi anlayamamış.
Ama genel olarak bir memnuniyet söz konusuydu yazılarda.
Ancak ben bunların hiçbirine katılmadım.
Birincisi bu maçta, Ersun Yanal’a baskı yapıp Hakan Şükür’ü kim kestirdiyse, o takıma ihanet etmiş. Maçta bu net görüldü.
Milli Takım hiçbir maçta yapmadığı kadar orta yaptı; ama forvette ‘pigme ordusu’ vardı.
Tek kafa topunu alabildik, o da ceza alanının dışına yakın bir yerde. Ki o da zaten gol oldu.
‘Oynadık, pozisyon bulduk; ama gol atamadık’ diye yorum yapanlar, keşke ‘niye gol bulamadığımızı’ da aynı açıklıkla söyleselerdi.
Dünya Kupası finallerine ‘oynayanlar’ değil, ‘gol atıp galip gelenler’ gidecek.
10 pozisyona girip 1 gol atmak mı kárlıdır, yoksa 2 pozisyona girip 2 gol atmak mı?
Maç boyunca üstündük diyorlar.
60 dakika boyunca eksik, üstelik hücumdaki en hızlı adamından yoksun oynayan bir takım karşısında üstün olmak ‘garip’ değil. Garip olan, bu üstünlüğü skora yansıtamamak.
Ersun Yanal’ın, Hakan’ı Milli Takım’dan ‘kesmesine’ hiç eleştiri getirmedim. ‘Sistemimde ihtiyacım yok’ diyebilir.
Ama ihtiyacı olduğu kabak gibi ortaya çıkmışken, bunu söylemek ‘dürüstlük’ değildir.
Tabii bunu yazamamak da...
Uygulama raporu
GEÇEN hafta Hürriyet’in Pazar ilavesinde yayımlanan ‘Kandil Dağı’ röportajını ‘ağır’ bir dille eleştirdim.
Gazete içinde benim gibi düşünenler olduğu gibi, benim gibi düşünmeyenler de vardı. Ama galiba çoğunluk benimle aynı fikirdeydi.
Biz konuyu ‘mesleki açıdan’ ve ‘Hürriyet’in ilkeleri çerçevesinde’ tartışırken, dün sabaha karşı ‘kötü’ bir gelişme yaşandı.
Röportajı yapan arkadaşımız Sebati Karakurt, evinden gözaltına alındı. Evinde arama yapıldı.
Karakurt’un mesleki açıdan eleştirilmesi başka şeydir, yaptığı bir haber veya röportajdan ötürü gözaltına alınması, evinin aranması, baskıya maruz kalması başka şeydir.
Konunun meslek mensupları arasında tartışılması, okur tepkilerinin dikkate alınması, tüm demokratik ülkelerde yapılan ve yapılabilecek bir uygulamadır.
Ama gözaltına almak, olacak iş değildir.
Bir yandan Türkiye’yi özgürlükler ülkesi yapmak, AB standartlarına ulaşmak için yasalar çıkaracaksınız, diğer yandan terörle, suçla hayatında ilgisi olmamış bir ‘gerçek gazeteciyi’, bir röportajında ‘bence yanlış’ bir açıdan değerlendirme yaptı diye gözaltına alacaksınız.
Üstelik de bunu, o gazetecinin bu röportajla ilgili olarak davet edildiği savcılığa gideceği gün yapacaksınız.
17 Aralık’ta AB’den müzakere tarihi almaya doğru giderken Türkiye’nin önündeki en önemli engelin ‘uygulamalardaki aksaklıklar’ olduğunu biliyoruz.
Müzakere tarihi alınsa bile müzakereler boyunca ‘uygulamaların takip edileceğini’ ve rapor haline getirileceğini biliyoruz.
Gazeteci arkadaşım Sebati Karakurt’a yapılanlar, büyük bir ihtimalle ‘uygulama raporunun’ giriş sayfasına büyük harflerle yazılacaktır.
Sebati’ye var da Karamehmet’e yok mu?
SEBATİ Karakurt gözaltına alındıktan sonra ‘bazı’ yetkililer, bu gözaltının gerekçesi olarak benim yazdığım yazıyı göstermişler: ‘Fatih Altaylı yazdı, böyle oldu.’
Benim yazımda, yapılanın ‘suç’ olduğuna dair tek bir satır yok. Benim eleştirim tamamen ‘mesleki’ ve ‘Hürriyet’in tavrına’ yönelik.
Üstelik bunu söyleyen ‘yetkiliye’ sormak isterim.
Madem benim dediklerim yapılıyor.
Aylardır Karamehmet’le ilgili yazıyorum.
Orada benim dediklerimi yapmıyorsunuz da, bir gazeteciyi gözaltına alırken mi ‘benim dediğimi’ söyleyerek hareket ediyorsunuz?..
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Kişisel hesaplarımıza göre değil, doğrulara göre yazdığımız zaman.