Milletvekili ise haksız mıdır?

GEÇTİĞİMİZ hafta İstanbul Milletvekili Gülseren Topuz, eşi Profesör Erkan Topuz ile birlikte bir yemekten dönmektedir.

Yemek bir ‘Hayır’ yemeğidir. Gülseren Topuz ve eşi, İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü’nün ihtiyaçlarını giderilmesi için bir kampanya organize etmektedirler.

Burası çok da önemli değil.

Gülseren Topuz’un kullandığı otomobile yolda bir başka araç arkadan şiddetle çarpar.

Arkadan çarpan aracın sürücüsü de bir kadındır.

Otomobillerden inilir. Arkadan çarpan otomobilin sürücüsü Arzu Sevtap Dural, agresif tavırlarla ağza alınmayacak hakaretler savurmaya başlar.

Daha sonra kaza yerine polis ekipleri gelir ve Dural’ın 120 promil, yani izin verilenin iki misli alkollü olduğu saptanır.

Taraflar karakola giderler. Dural’ın agresif tavırları karakolda da sürünce, karakolda görevli bir komiser yardımcısı ve bir polis memurunun imzalarını taşıyan bir tutanakla durum tespit edilir.

Olay buraya kadar sıradan. Tipik bir trafik kazası ve sonrası gelişmeleri.

Ancak rezalet sonra başlar.

Bir başka otomobile arkadan çarpan ve alkollü olduğu tespit edilen Dural, başlar medyayı dolaşmaya.

Milletvekilinin kendisine karşı haksızlık yaptığını, asıl suçlunun milletvekili olduğunu anlatır. Eski bir gazeteci olan ve süresi geçmiş basın kartını hálá taşıyan Dural’ın medyadaki dostları da bunu haber yaparlar.

Hatta Dural televizyon programlarına çıkıp, Gülseren Topuz’u suçlar.

Bu iş midir sevgili okurlar.

Alkollü durumda, üstelik de arkadan çarptığınız kişi milletvekili olunca haksızken haklı duruma mı geçersiniz.

Bu ülkede siyasete karşı oluşan ‘tepki’, milletvekillerini haklıyken bile haksız duruma düşürmek için yeterli gerekçe midir?

Böylesine bir popülist yaklaşım medyaya yakışır mı?

CHP ahlak sınavından çakacak galiba

CUMARTESİ günü ‘CHP ahlak sınavında’ diye yazdım.

CHP’nin hakkında çok ciddi ithamlar olan milletvekili Mahmut Yıldız hakkında ne yapmayı düşündüğünü sordum.

CHP’den bana doğrudan bir yanıt gelmedi.

Ancak Deniz Baykal bir açıklama yaparak Yıldız hakkındaki iddiaların ‘mesnetsiz ve siyasi amaçlı üretilmiş’ olduğunu söyledi.

Haklı da olabilir, haksız da.

Ancak şu an için Yıldız toplum gözünde ‘şaibeli’.

Yargıda aklanmadan da bu şaibelerin ortadan kalkmayacağı açık.

Mustafa Sarıgül hakkında hiçbir yasal dayanağı olmayan iddiaları dikkate alarak Disiplin Kurulu’nu çalıştıran Baykal’ın, Yıldız hakkındaki ‘dayanaklı’ iddiaları geçersiz ilan etmesi ilginç.

‘Dokunulmazlıklar kalksın’ diyen ve ‘temiz siyaset’ iddiasında bulunan CHP’nin iş kendine gelince bu kadar vurdumduymaz olması partinin zaten ‘az olan’ inandırıcılığına iyice darbe vuruyor.

Türkiye’nin en köklü partisine bir kez daha yazık oluyor.

Başbakan’la papatya falı

AYŞE Arman’
ın Ahmet Hakan’la yaptığı röportajın başlığını görünce güldüm.

Ahmet Hakan, ‘Başbakan Fatih Altaylı’yı benden daha çok seviyor’ demiş.

Arman da bunu başlığa taşımış.

Önce şaşırdım. Ahmet Hakan’ın beni sevdiğini bilmezdim. Sonra okuyunca Türkçe hatası olduğunu anladım. Ahmet Hakan, ‘Başbakan benden daha çok Fatih Altaylı’yı seviyor’ demek istemiş.

Güldüm. Başbakan’la ‘yakın olduğum’ izlenimi çok yaygın.

Bir gazeteci için Başbakan’la yakın olmak ayıp değil elbet. Üstelik de bu yakınlık ‘sözü sakınmayı’ getirmiyorsa. AKP’yi benden daha tutarlı eleştiren olmadığına göre bu yakınlık ‘iddiası’ beni rahatsız etmiyor.

Geçenlerde Başbakan’ın basın danışmanı Ahmet Tezcan anlattı.

Bülent Ecevit, Tezcan’a ‘Başbakan’la Altaylı’nın yakınlığı ilginç’ deyip bu yakınlıkla ilgili izlenimlerini aktarınca, Tezcan eski Başbakan’a, ‘Yanılıyorsunuz Bülent Bey. Altaylı ile Tayyip Bey programlar dışında hiç bir araya gelmezler’ demiş.

Bu yanıt Ecevit’i bile şaşırtmış.

Çünkü Türkiye’de genel alışkanlık bu değil.

Başbakan-gazeteci yakınlığı genelde mesleki sınırlar içinde kalmamış. Bunu bilen Ecevit, bu sınırlar dahilindeki bir yakınlığı algılamakta zorlanmış.

Geçen hafta New York’ta Balthazar’da yemek yiyordum. New York’ta temaslarda bulunan Egemen Bağış orada olduğumu duyunca geldi.

Oturup konuştuk. Başbakan’la yakınlığım konusu orada da gündeme geldi.

Bağış, ‘Başbakan’la yakınlığını gündeme getirenler bir şeyi nedense görmezden geliyorlar. Sen bugüne kadar Başbakan’a koltuğunun altında bir ihale dosyasıyla gelmedin. Bulunduğun grubun işleriyle ilgili tek bir talep getirmedin. Ne kendin ne başkası adına Başbakan’dan bir bardak su bile istemedin. Bırak bunları zaman zaman patronunun görüşleriyle taban tabana zıt fikirleri yazdın. Tek bir yanlışın bile yok. Bunları biliyorlar ama kabul etmek işlerine gelmiyor’ dedi.

Her ikimiz de kendi işlerimizi ‘iyi ve art niyetsiz’ bir biçimde yapmaya devam ettiğimiz müddetçe ‘yakınlık’ olarak adlandırılan bu durum sürecek. Kimin ne dediği hiç umurumda değil.

Özal döneminde de bazı gazeteciler Özal’a yakın olmakla suçlanmışlardı. Onların yakınlığı benimki gibi miydi, daha mı derindi bilmiyorum.

Ama bugün Özal’ı ‘hayırla’ ananlar, o gün yakınlıkla suçlananları hatırlamıyorlar bile.

Kimin umurunda. Mühim olan Türkiye’nin o günlerde de çağ atlamak için çalışıyor olmasıydı.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Sistemde kalmasına izin verilen tek bir kirli siyasetçinin bütün siyasetçileri kirli gösterdiğini unutmadığımız zaman.
Yazarın Tüm Yazıları