BAŞBAKAN Erdoğan'la bir Teke Tek programı yaptık. Bazılarının kamuoyunda uyandırmak istedikleri izlenimin aksine Başbakan Erdoğan'ın ‘‘yakın’’ durduğu gazetecilerden biri değilim.
Kendisi ile katıldığı programlar dışında görüşmüşlüğümüz pek yoktur. Bazen seyahatlerde uçakta birkaç kelime konuşuruz, bazen de gidilen yerde boş vakitlerde her gazeteciyle olduğu gibi benimle de sohbet eder.
Doğrusunu söylemek gerekirse ben Başbakan'ı beğeniyorum.
Ekonomide popülist bir politika uygulamadı, devri sabıklar yaratmaya çalışmadı. Geçmişin başarılı uygulamalarını bozmadı. Kendi aldığı kararlarda kompleksli davranmadı. Özellikle ekonominin işleyişi ile ilgili konularda kamuoyundan gelen seslere hep kulak verdi. Gerektiğinde yanlıştan döndü. Enflasyonu düşürdü.
Şimdilik bir yolsuzluğunu, hırsızlığını görmedik.. Kadrolaşma iddiaları var. Doğrudur. Ama kimde yoktu ki. Hele hele geçen hükümet döneminde ne biçim adamlar, ne önemli yerlere getirilmişti. Üstelik bazı yerlerde kendi fikirlerine çok ters kişileri bile çok önemli görevlere atayabiliyorlar.
Benim yıllardır mücadele ettiğim, bu ülkenin iliğini kemiğini sömüren asalaklara karşı kimsenin cesaret edemediği bir mücadeleye giriştiler.
Yerel seçimler geliyor, hálá ülkeye zarar verecek bir popülizm başlatmadılar. Buna karşın AB'ye girmek için müthiş bir atak başlattılar. Kıbrıs'ta çözüm arıyorlar.
Yurtdışında son 10 yıldır gündemden düşen ve ‘‘negatif’’ gündeme giren Türkiye'yi yeniden gündeme ve ‘‘pozitif’’ gündeme taşıdılar. Eee, biz daha istiyoruz.
‘‘Gizli gündemleri varmış’’. Ben daha görmedim. Görürsem ve ülke adına ‘‘yanlışsa’’ gerekeni yazar ve yaparız kimse merak etmesin.
‘‘Türkiye'ye şeriat getireceklermiş’’. Bu ülkeye kimse şeriat getiremez. Getirmeye kalkarlarsa bugün bana çamur atanlar evinde otururken ben geçmişte olduğu gibi her türlü tehlikeye göğsümü açar, sokaklara çıkarım. Bırakın her şeyi AB'ye üye bir ülkeye şeriat gelmesi çok da ilginç olur. Ekonomideki düzelme geçiciymiş, işler çok kötüye gidecekmiş. Bunu söyleyenlere göre ekim ayında da dolar 3 milyon lira olacaktı.
Tablo bu iken ben hükümete söveceğim öyle mi?
Niye. Bizim istediklerimizi yaptıkları için mi?
‘‘İktidara yakın olmaya çalışıyormuşum’’. Demirel'le, Çiller'le, Yılmaz'la Ecevit ile kavga eden ben, bu iktidara yakın durmak gibi bir dert içinde niye olayım ki!
Bana ne.
Başbakan beni seviyormuş.
Seviyordur herhalde. Şimdiye dek ondan tek bir şey istemediğim, bir kez olsun telefon etmediğim içindir. Ben Başbakan'ı seviyormuşum. Şimdiye kadar bir kez olsun beni arayıp bir şey istemediği, beni veya aleyhinde yazanları patrona şikáyet etmediği içindir. Ben Türkiye'nin nereye gittiğine bakarım. Gerisi vız gelir tırıs gider. Hele hele üç otuz para için takla atan şerefsizlerin ‘‘çamurları’’ bana değmez bile.
İfade özgürlüğü ülkeyi soyma özgürlüğü müdür?
‘USTA’’ diye bildiğimiz gazetecilerin içinde oldukları durumu görmek çok acı. Basın Konseyi Başkanı Oktay Ekşi ağabeyim, ‘‘Alacakların tahsili gerekçesiyle medya kuruluşlarının ifade özgürlüğü engellenmemelidir’’ diyor. Şahane bir yaklaşım. Benim anlayışıma göre bu şu demek:
‘‘Medya organı sahibi olanlar ülkenin kaynaklarını istedikleri gibi kullanabilirler. Bankalara veya kamuya borç takabilirler. Halkı dolandırabilirler. Ama bunlardan hesap soramazsınız. Çünkü bunların ifade özgürlüğü vardır.’’
Vah vah vah.
Vah benim mesleğim.
Atölyesinde üretim yapan küçük esnaf üç kuruş borcunu ödeyemeyince malını mülkünü haraç mezat satmak serbest. Bankadan aldığı 500 milyonluk krediyi ödeyemeyen işçinin, memurun evine kapısını kırarak girip televizyonunu, yatak odasını kaldırmak serbest. Namusuyla üretim yaparken borç kıskacında boğulmuş sanayicinin fabrikasının kapısına kilit vurmak serbest. Ama her türlü namussuzluğu yapmış, devleti ve milleti dolandırmış ‘‘medya patronu’’ maskeli üçkağıtçıya dokunmak yasak.
Neden..
Çünkü ifade özgürlüğü var.
Oktay Ekşi ve benzer düşünenler farkında mı bilmem ama devlete göbeğinden bağlanmış, sahibi hapis tehlikesi ile karşı karşıya duran, her tarafı hacizli, BDDK ile anlaşmaya çalışan medya kuruluşunun ifade özgürlüğü mü var? Devlete olan 1 milyar dolarlık borcunu 150 milyona indirtip, yılda 10 milyon dolarlık dilimler halinde ödemek için anlaşmaya çalışan Sabah ya da yeni adıyla Merkez Grubu'nun ‘‘ifade özgürlüğü’’ mü kalmış! Basın Konseyi, bu gazete patronları devlet ve halk kaynaklarını sömürürken neredeydi acaba?
Gazete patronluğu kisvesi altında halkı soyanlara ses çıkarmayanlar, halka ait bu paralar tahsil edilmeye çalışılınca‘‘kıyamet’’ koparıyorlar.
Acaba bu kıyametin halk gözünde bir değeri olacak mı?
Yoksa tam aksine basının biraz daha yıpranmasına mı neden olacak.
Sevgili Oktay abi, hangi gelişmiş demokraside ifade özgürlüğü, halkı soyup hesap vermeme özgürlü olarak kabul görüyor. Bir anlatsanız da öğrensek.
NOT: Sevgili Oktay abi, Basın Konseyi Başkanı sıfatıyla yapmış olduğu açıklamaya bir köşe yazısıyla netlik kazandırdı. Benim eleştirilerim Ekşi'nin Basın Konseyi Başkanı sıfatıyla yaptığı açıklamaya yöneliktir.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
İdeolojimizi mantık süzgecinden geçirmedikçe adam olamayacağımızı anladığımız zaman.