İyi ki kargaları kılavuz görmediler

ALLAH’tan Kıbrıs Türk halkı Rauf Denktaş ve başdanışmanı Mümtaz Soysal’ı dinlemedi de, referandumda Türk tarafından ‘Evet’ çıktı.

Bakın 30 yıllık bir durum nasıl hızla değişti ve değişiyor.

Uzlaşmaz Türkler bir anda birleşme yanlısı, yıllardır Türkiye’yi Kıbrıs’ı bölmekle suçlayan Rumlar ‘bölücü’ oldular.

Türkiye’ye karşı sert ve kırıcı tavrıyla bilinen Verheugen bile birdenbire Türk dostu oldu.

Rumlara karşı çok sert tepkiler veriyor.

Öyle ki, AB’nin KKTC’de temsilcilik açacağı açıklandı.

Uçuş yasağının kalkması an meselesi.

Ekonomik ambargo beklenenden daha kısa süre içinde kalkabilir.

Bu şu demek; KKTC artık ayakları üzerinde durabilecek.

Kıbrıs’a Antalya’ya gelenin dörtte biri kadar turist gelse, 180 binlik KKTC bir anda ekonomik olarak uçar.

KKTC’nin makus talihindeki böylesine bir U dönüşünün tek nedeni ise hükümetin ocak ayından beri başlattığı atak ve bu atağın referandumda Türk tarafından çıkan evetle noktalanması.

Bunu aptallar bile görüp anlayabiliyor.

Ama Rauf Denktaş ve Mümtaz Soysal pişkinlik rekoru kırarcasına hálá ‘kendi zaferlerinden’ söz ediyor ve ‘Biz haklı çıktık. Biz kazandık’ diyorlar.

Oysa eğer Kıbrıs Türk halkı Denktaş ve Soysal’ın sözlerine kanıp ‘Hayır’ deseydi bugün bu gelişmelerin hiçbiri olmayacaktı.

Çözüme karşı olan taraf olarak kalacaktık. Güney Kıbrıs tek başına Avrupa’ya girerken, Kuzey Kıbrıs da yalnızlığını sürdürecek ve daha kötüye gidecekti.

Sonunda da Rum tarafının ekonomik üstünlüğüne boyun eğerek tarih sahnesinden kendiliğinden silinecekti.

Oysa şimdi bir taşla birkaç kuş vuruldu.

Rumlar AB’ye kolu kanadı kırık bir biçimde girdiler. Dışişleri’ne göre bundan böyle Rumların Türkiye’nin üyeliğine yönelik karşı tavır almalarının bile bir önemi kalmayacak.

Yunanistan, Kıbrıslı Rumların arkasında eskiden durduğu gibi duramayacak ve KKTC giderek gerçek bir devlet haline gelecek.

Kıbrıs Türklerine hep birlikte müteşekkir olmalıyız.

Köhnemişliği değil, aklı üstün kıldıkları için.

Marmara’ya sintine basmak serbest

HAFTA sonunda küçük bir pırpır uçakla Marmara Denizi üzerinde uçuyoruz. Pırıl pırıl denizin üzerinde millerce uzunluğunda çizgiler var. Kimi kapkara yağ renginde, kimi kıpkırmızı kan renginde.

‘Bu izler ne böyle’ diyorum.

Yanımdaki Yusuf Hoca ilerdeki bir gemiyi işaret ediyor. Kıpkırmızı iz uzaktaki bir gemiye kadar ulaşıyor gerçekten.

Bir tanker. Sintine suyunu boşalta boşalta gidiyor. Paslı, yağlı su denizin üzerinde kıpkırmızı bir iz bırakarak ilerliyor.

Yusuf Hoca ‘İçimiz kan ağlıyor. Her gün böyle’ diyor.

Bu yapılan aslında büyük suç. Çok da büyük cezası var.

Ama cezayı kesebilmek için denetlemek lazım. Ne yazık ki, sağlıklı bir denetim yok. Şansa, denk gelirse yakalanıyorlar. Aksi takdirde Marmara’yı katledip geçip gidiyorlar. Peki bunu denetlemek çok mu zor? Katiyen değil. Her gün iki küçük uçak Marmara üzerinde gezip tespit yapacak ve aşağıya haber verecek. Sahil güvenlik veya kıyı emniyeti de bunları yakalayacak.

Zaten böyle bir önlem alındığını bilse, hiçbir gemi böyle bir şey yapmaya cesaret edemeyecek.

Fakat böyle bir denetim olmadığı, bunların yakalanması bir sahil güvenlik teknesiyle burun buruna gelmesine bağlı olduğu için Marmara leş.

Bölünmenin çaresi hizmet götürmek

HAKKARİ’de 6 hasta dializ makinesini kullanacak doktor bulunmadığı için ölünce bir yazı yazdım.

Güneydoğu ve Doğu’daki görev yerlerine gitmeyi reddeden doktorları ‘bölücülükle’ suçladım. Çünkü bana göre kafalarında ülkeyi bölmüş ve bu bölgeleri ülkenin parçası olarak görmez olmuşlardı. Doktorlardan müthiş bir tepki geldi. Sanırsınız ki, ben bütün doktorlara ‘bölücü’ demişim. Oysa ben Doğu ve Güneydoğu’ya atandığı halde görev yerine gitmeyenlere çatıyor, bir soruna dikkat çekmeye çalışıyordum. Bana gelen tepkilerin bir bölümü Türk Tabipler Birliği Başkanı Sevgili Füsun Sayek’e de gitmiş.

Elinden TTB’nin bana verdiği ödülü aldığım Sayek’e. Aradı. Konuştuk.

‘Biraz ağır olmuş’ dedi.

‘Evet. Ağır oldu’ dedim.

‘Sorun doktorların göreve gitmemesi değil. Çok daha komplike bir durum var’ dedi ve bilgi verdi.

Ben de bu bilgileri derli toplu bir öneri olarak bana aktarmasını ve bu sorunun çözümü için birlikte ‘savaşmayı’ önerdim.

Aktaracak ve meselenin üzerine birlikte gideceğiz...

Çünkü Sayek de, ben de biliyoruz ki, bir ülkenin bir bölümüne hizmet götürmezseniz, ülkeyi ister istemez bölersiniz.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Dedikodudan en büyük zararı dedikoduyu yapanın gördüğünü anladığımız zaman.
Yazarın Tüm Yazıları