İSKENDERUN Limanı’nda batan ve çevre felaketine yol açan gemiyle ilgili olarak Orman Bakanlığı Çevreden Sorumlu Müsteşar Yardımcısı Mustafa Öztürk ile konuştum.
Öztürk’e İspanyolların sorumluluk alma ve yardım etme taleplerini neden geri çevirdiğimizi sordum. Net bir yanıt verdi.
Gemi batınca İspanya’dan 3 kişilik bir heyet gelmiş. Heyet üyeleri, ‘Biz bu işin sorumluluğunu almayız. Ancak batık yerinde inceleme yapmak istiyoruz’ demişler.
Bakanlık Atık Dairesi, Hukuk Dairesi ve İspanyol heyetinin katılımıyla bir toplantı yapılmış. İspanyollar burada da ‘Sorumluluk almayız ama inceleme yapmak isteriz’ diye diretmişler.
Bunun üzerine İspanyol heyetine, ‘İnceleme yapın ama tek başınıza yapamazsınız. Yanınıza TÜBİTAK ’tan, İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Kürsüsü’nden, Avrupa Birliği Çevre Ajansı Sekreteryası’ndan ya da en azından Basel Sekreteryası’ndan uzmanları da alın ve ortak bir çalışma yapın’ denmiş.
İspanyol heyetindekiler, ‘Bunu üstlerimize sormalıyız. Bize bir gün süre verin’ demişler ve gitmişler. Gidiş o gidiş. Bir daha ne arayan var ne soran.
Peki geminin yarattığı tehlike ne olacak dedim.
‘2200 ton atıkta 3 kg. krom var. İstanbul’da deri sanayiinde her gün bunun kat be katı atılıyor. O daha tehlikeli’ dedi Prof. Öztürk. İskenderun’la ilgili rapor ve numune sonuçları da yarın belli olacakmış.
Onu da size duyuracağım.
Siyasi fortçuluk mu tabanı görememek mi?
BAŞLIKTAKİ sorunun yanıtı hiç kuşkusuz ‘Evet’. Bazen yanlış bir adım atıp, bunun zarar vereceğini görüp geri adım atmak meziyettir.
İnatlaşmaktan, körü körüne yanlışı sürdürmekten çok daha doğrudur.
Ama bunun da bir sınırı vardır.
Sürekli yanlış, hesapsız adımlar atıp, ardından geri adım atmak en kibar tanımlamasıyla ‘işbilirliğe’ delalet etmez.
AKP ne yazık ki, bunu sıkça yapar oldu.
Kimi meseleleri ‘yasa’ haline getirme niyetlerini ‘kamuoyuna’ bildiriyor, gelen tepkilere bakıyor ve daha sonra geri adım atıyorlar. Geri adımlarda bazen ‘toplumsal’ tepki, genelde de ‘AB’ veya ‘IMF’ tepkisi etkili oluyor.
Önceki gün bunu yakın bir dostumla konuşurken, ‘Ne var canım. Adamlar hiç değilse geri adım atmayı biliyorlar. Bu ülke yıllarca keçi gibi inatlaşan siyasilerden şikayet etmedi mi?’ dedi.
Haklıydı.
Ama geri adımla sonuçlanan girişimlerin ‘fazlalığı’ dikkat çekecek miktarda.
Ve geri adımla sonuçlanan bu girişimlerin çoğunluğu, toplumun genelinin değil, ‘AKP’nin tabanı zannettiği’ kitlenin hassasiyetlerine yönelik.
AKP ne yazık ki bir şeyin farkında değil. O da bugün artık AKP’nin tabanının beni, çevremi de kapsadığı. Bu girişimleri dışında AKP’nin ülke yönetme biçimini, kendime çok yakın buluyorum. Ama bu gibi girişimler, bizim gibi düşünüp AKP’yi beğenenleri ‘soru işaretiyle karşı karşıya’ bırakırken, AKP’ye ‘sistematik’ olarak karşı olanların söylemlerini güçlendiriyor. Oysa ben AKP’nin Türkiye’yi demokratikleşme, özgürleştirme, Avrupalılaştırma hedefinde ciddi ve tutarlı olduğuna inanmak istiyorum.
Ama yapılanlar bana okulda anlatılan ‘Sapık Nuri’ lakaplı bir ‘fortçuyu’, bir lise arkadaşımı hatırlatıyor. Sapık Nuri otobüste fort yapacağı zaman önce hafif bir deneme yapar, ‘sert bir tepkiyle’ karşılaşırsa ‘kurbanından’ bir adım uzaklaşır, tepki almazsa ‘sapık’ eylemine devam edermiş.
Kimileri AKP’nin bu girişimlerini ‘siyasi fortçuluk’ olarak değerlendiriyor.
Ben ise hálá ‘gerçek tabanını’ görememiş olmanın ‘acemiliğine’ bağlamak istiyorum.
Kamusal alanda çocuk evlendirilir mi?
CUMHURBAŞKANI Ahmet Necdet Sezer oğlunu evlendirdi. Düğün için de, uygun mekan olarak ‘Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nü seçti.
Cumhurbaşkanı’nın bu ‘seçimi’ bazılarından büyük alkış aldı. ‘Helal olsun. Ne mütevazı adam’ diyenler çoğunluktaydı. Ben ise hiç öyle düşünmedim.
Ancak övgülerin ‘cılkı’ çıkınca ben de düşüncemi yazmak istedim.
Bana sorarsanız Sezer’in oğlunun düğünü için Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nü kullanması son derece yanlış bir harekettir.
Turgut Özal bile kızının veya oğullarının düğünleri için böyle bir şey yapmaya cesaret edememişti. Burada bir mütevazılık falan da söz konusu değil. Mütevazı olan bir orduevinde veya Ankara’da bir düğün salonunda yapmaktır. Şaşaalı büyük otel düğünlerinin alternatifi, Cumhurbaşkanlığı Köşkü gibi ‘kamusal bir alan’ değildir.
Acaba ben de yarın kızıma mütevazı bir düğün yapmak istesem Çankaya Köşkü’nü kullanabilir miyim? Elbette hayır. Çankaya Köşkü’nü oğlunun düğünü için kullanmak, makam arabasıyla eşini konkene göndermekten daha farklı bir eylem değildir.
Oğlunun düğünde Cumhurbaşkanlığı Köşkü personelini, yani ‘kamu personelini’ kullanmak, üç beş kilo etin, pirincin parasını cepten vererek örtülecek bir ‘yanlış’ mıdır?
Daha çok uzun yazmak mümkün ama asıl olan şu.
Bu memlekette yorumlar özneye göre yapılır, hareketler özneye göre değerlendirilir. Buyüzden de objektif olmaktan hep uzaktır.
Acaba bu düğünü Köşk’te yapan Tayyip Erdoğan veya bir başka siyasetçi olsaydı, aynı çevreler aynı övgüleri mi düzerdi yoksa ‘Gelen giden ve takılanlar görünmesin diye düğünü basından kaçırdılar. Üstelik de devlet imkanlarıyla düğün yaptılar’ mı derlerdi?
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Köşe yazarları da, siyasetçiler de önyargıyla değil, akılla hareket ettikleri zaman.