SAVUNMA Sanayii’nde ilginç gelişmeler oluyor.‘Dev’ projeler ortadan kalkıyor, erteleniyor, küçülüyor.
Bu köşenin okurları anımsayacaktır, Başbakan’ın ABD gezisi sonrasında Türkiye’nin 1000 tanklık projeden vazgeçtiğini ve ABD’den 250 adet Abrams tank alımına gidileceğini yazmıştım.
Bu yazımız aylar sonra doğrulandı. 250 tank muhtemelen ABD’den alınacak. Bunların yenilenme işi ise ya İsrail’de, ya da Türkiye’de yapılacak.
Bu arada ‘bitti’ denilen F-16 üretim projesi de tekrar başlıyor.
1986 yılında bu yana Hava Kuvvetleri’nin envanterinde bulunan ve TAI tesislerinde üretilen 240 adet F-16 uçağından yaklaşık 20’si çeşitli nedenlerle düştü.
Düşen uçakların yerine koyulmak üzere şimdi F-16 üretimine tekrar başlanıyor.
Projeye göre 25 ila 30 arası yeni F-16 uçağı üretilecek.
Türkiye’de üretilen F-16’ların en yenisi ‘Block 50’ olarak tanımlanan seridendi.
Yeni üretilecek olanlar ise Yunan Hava Kuvvetleri’nde de bulunan ‘Block 60’ serisinden olacak.
Bu projenin hayata geçmesi için hükümetin ek bütçe vermesi gerekiyor.
Burada bir aksaklık çıkması halinde İsrail’de modernize edilen 54 F-4 Fantom uçağına ilave olarak bir grup F-4’ün de ‘Phantom 2020 Projesi’ adı altında aynı şekilde modernize edilmesi planlanıyor.
Savunma Sanayii çevrelerindeki en büyük tedirginlik ise askeri harcamalara getirilen Sayıştay denetiminin bu projelere darbe vurması.
Okusa kabahat, okumasa kabahat
TÜRKİYE giderek lüzumsuz gerginlikler ülkesi haline geliyor, diyeceğim ama yanlış olacak.
Biz galiba oldum olası lüzumsuz gerginlikler ülkesiydik. Başımıza ne geldiyse zaten bu yüzden geliyor.
Dün Ankara’da 19 Mayıs törenleri var.
Bir talebe, Atatürk’ün gençliğe hitabesini okuyor, bir başka öğrenci de gençliğin Ata’sına yanıtını.
Kıyamet kopuyor. Aralarında bazı kuvvet komutanlarının da bulunduğu bir grup, gençliğin Ata’sına verdiği yanıtı alkışlamıyor. Tam aksine öfkeli yüzlerle olayı izliyor.
Neden mi?
Çünkü Ata’ya cevabı veren genç, bir imam hatip öğrencisi.
Buna bozuluyorlar. Oysa bence buna bozulmak yerine bundan keyif almak gerekiyor.
Bu kadar tartışılan, bu kadar karalanan bir okulun öğrencisi çıkıyor ve Atatürk’e, emanet bıraktığı cumhuriyete, devrimlere ve ilkelere sahip çıkacağını söylüyor.
Bunda kızacak, bozulacak ne var!
Tam aksine bir imam hatipli, ‘Ben bunu okumam’ deyip çıkmasa, o zaman kız, o zaman tepki göster.
Atatürk ilkelerine, devrimlerine ve cumhuriyete sahip çıkmak kimsenin tekelinde olabilir mi?
Bu ülkede talep edilen, herkesin bu ortak değerlere sahip çıkması değil mi?
Kıbrıslı bir işadamı portresi
HINCAL Uluç, Kıbrıs gezisinde başından geçenleri yazdı. Berbat bir otele götürülüp kötü günler geçirdiğini anlattı.
Ben de oturup Uluç’a, ‘Yanlış yere gitmişsin. Sana bir yer tavsiye edeyim’ diyecektim ki, baktım dün ‘doğru adresi’ bulmuş.
Kıbrıs’ta, Girne’de Colony diye bir otel açılmış.
Son dönemde sık sık Kıbrıs’a gidince bu otelde kaldım. Müthiş yüksek standartlar sağlamış harika bir otel.
Açıkçası görünce şaşırdım. Sonra patronu ile tanışınca şaşkınlığım kat kat arttı.
Erbil Arkın, İngiltere’de zengin olmuş bir Kıbrıs Türkü.
Kazandığı parayı getirip vatanına yatırmış.
Büyük düşünen bir adam. İngiliz yatırımcıları Kıbrıs’a para yatırmaya ikna ederek büyük projeler yapıyor.
Oteli açmadan önce aylarca kapalı devre çalıştırıp, işi rayına sokmadan müşteri kabul etmeyecek kadar titiz.
Erbil Bey’in bir fayton hikáyesi var ki, anlatayım da nasıl bir adam olduğunu anlayın.
Erbil Arkın, turistleri Girne’de gezdirmenin en güzel yolunun fayton olduğunu düşünüyor ve otele fayton almaya karar veriyor.
Ama öyle her fayton olmaz deyip araştırıyor. Dünyada en iyi faytonların Amerika’da bir küçük atölyede yapıldığını öğreniyor.
Buraya faytonları ısmarlıyor.
‘Her at fayton çekemez’ diyor ve dünyada en iyi fayton atlarının Polonya’da olduğunu araştırıp buluyor. Polonya’dan bir grup at getiriyor.
‘Polonya’dan gelen bu atlara her seyis bakamaz’ diyerek seyislerini de Kıbrıs’a getirtiyor ve bunların yanına Kıbrıslı gençleri verip ‘seyislik eğitimi’ aldırıyor.
Ne o, birkaç turist faytonla Girne’yi gezecek. Zahmete bak.
Ama Erbil Arkın’ın ‘yüksek standart anlayışı’ bu.
Ben Hıncal Uluç’a bu ‘adamla’ tanışmasını ve otelini görmesini söylecektim.
O kendi bulmuş.
Demek ki, doğru iş her zaman yerini ve yolunu buluyor.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
En basit işi bile dünyanın en önemli işini yapıyormuşçasına özenle yaptığımız zaman.