Din iman magazin

YAVUZ Yılmaz aradı. Bazı konulara açıklık getirmek istediğini söyledi. Ve ‘‘o gece’’yi anlattı.

Arkadaş grubuyla birlikte bir eğlence yerinden çıkarken foto muhabirleri tarafından görüntülendiklerini, bu görüntüleme işinin çok uzayıp taciz haline gelmesi üzerine foto muhabirlerini uyardığını ve bu uyarı sonrasında grup içinden bir muhabirin kendisine ‘‘galiz’’ biçimde küfrettiğini söyledi.

Yılmaz, ‘‘Küfredilince ben de küfrettim. Sonunda da olan oldu. Ama karşımdakiler muhabir gibi değil, hasım gibi davranıyordu. Bütün arkadaşları suçlamak istemem ama içlerinden bir iki tanesi özel bir tahrik çabası içindeydi’’ dedi.

Kendisine ‘‘Sizi vursam ne olacak’’ cümlesini hatırlattım ve ‘‘Bu laf nereden çıktı?’’ diye sordum.

Onu da aktardı:

‘‘Ben olay yerinden sinirli bir biçimde ayrılıp gazladım. Yanımda iddia edildiği gibi korumalar falan yoktu. Bir süre sonra peşimden gelen bir araç fark ettim. Önce kaçmayı düşündüm. Sonra ani bir fren yaptım ki, gelip bana arkadan çarpsın. Ama zorlukla durdu.

Arkamdan gelen kimdir, nedir bilmiyordum. Ben korunan biriyim. Babamın konumu belli. Terörist midir, kaçırmak için mi takip eder, öldürmek için mi bilemem. Durunca gördüm ki, takip edenler gazeteciler. Bunun üzerine sinirle,
‘Kardeşim, ben senin gazeteci olduğunu ne bileyim? Ya seni terörist zannedip vurup öldürsem ne olacak' dedim. Ama yansıtılış biçimi sanki ben gazetecileri vurup öldürecekmişim gibi oldu. Alakası yok. Olay bundan ibaret.’’

Ben de Yavuz Yılmaz’a, bekár bir genç olarak gezip tozmasının normal, gazetecilerin ilgisinin abartılı olmakla beraber katlanılması gereken bir durum olduğunu söyledim.

‘‘Sen ne kadar normal davranırsan, o kadar peşini bırakırlar. Sen ne kadar saklanır, sinirlenir, olay çıkarırsan o kadar haber olursun’’ dedim.

Bizim gazeteciler olarak insanlara saygı göstermemiz, insanların da bize anlayış göstermesi gerek.

Ama dini imanı magazin olmuş bir ülkede bu biraz zor.

Yılmaz'ı değil polisi tartışalım

‘‘MAGAZİNCİLERİN hiç mi suçu yok?’’ diye yazınca tartışma yeni bir boyut kazandı.

Tek ‘‘suçları’’ ünlü birilerinin yakını olmak olan insanların ‘‘özel yaşamlarına tecavüz’’ sayılabilecek derecede girmek, magazin olmasa gerek diye düşünüyorum.

Eğer bu yakınlık, bir ticari çıkar, bir usulsüzlük, bir kanuna aykırılık için ‘‘kullanılmıyorsa’’ tabii. Mesut Yılmaz'ın oğlu Yavuz Yılmaz'ın olayında da bence önemli olan ‘‘delikanlının’’ kendisine dünyayı dar eden magazin muhabirleriyle yaşadığı tartışma değil, polisin Yavuz Yılmaz'a gösterdiği toleranstır.

Tartışma bir yana, iddialara göre genç Yılmaz ‘‘alkollü’’ bir şekilde otomobil kulanmaktadır. ‘‘Magazin’’de standart olarak gösterdiğimiz Batı'da, bizdeki gibi bir magazin anlayışı yoktur ama bakan çocuklarının ‘‘alkollü’’ araç kullanma hakkı da yoktur.

Tartışılması gereken, Yavuz Yılmaz'ın gazetecilerle yaşadığı tartışma değil, polislerin yasaları uygulamama yönündeki tavrıdır.

Keskin'in yalanı

SÖZDE insan hakları savunucusu Eren Keskin'in Almanya'da ortaya attığı asılsız iddialar, giderek Türkiye'nin başına ‘‘çorap olarak’’ geçiriliyor.

Keskin, Almanya'da katıldığı bir toplantıda Türk ordusunu tecavüzcü olarak göstermişti ve ne yazık ki bazı meslektaşlarım da bu ‘‘hayale’’ alet olmuştu.

Prof. Dr. Necla Arat ile ben ise bu yalanı ortaya çıkarmak için uğraşmış ve ‘‘sözde’’ insan hakları savunucusunun ‘‘hedefi’’ olmuştuk.

Şimdi Eren Keskin'in bu ‘‘hayali’’ üzerine, Türkiye karşıtı yeni bir girişim bina ediliyor.

Önceki günkü The Guardian Gazetesi'nde, Türkiye'nin Afganistan'daki uluslararası güce komuta etmeye başlamasıyla ilgili bir haber yer aldı.

The Guardian, ‘‘Afgan kadınları, Türkiye'nin Güneydoğusu'nda kadınlara tecavüz etmekle suçlanan Türk askerlerinin tehdidi altında. Tecavüzcü Türk askerleri, şimdi Afgan kadınlarının korkulu rüyası oldular’’ diye özetlenebilecek bir haberi Eren Keskin'in yalanlarına dayanarak verdi.

Oysa Zeynel Lüle, AİHM'ye sordu ve Türkiye aleyhine ‘‘sadece 1’’ tecavüz davası olduğunu, bunun da 1993 yılında gerçekleştiğini ve Türkiye'nin bu davada mahkûm olduğunu bildirdi.

20 yıl bir bölgede bulunan Türk Ordusu'nun ‘‘tek’’ kaydı buydu.

Tek bir tecavüz dahi tecavüze uğrayan açısından önemliydi ama Türk Ordusu'nu karalamak için yeterli değildi.

Ama Eren Keskin, bizim bildiğimiz amaçları uğruna, bu haksız suçlamayı yapıyordu ve şimdi Türkiye'yi bir de hiç hak etmediği ‘‘tecavüzcü’’ damgası bekliyordu.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Avrupa'yı isteyip istemediğini halka sormayı akıl ettiğimiz zaman.
Yazarın Tüm Yazıları