Bu gıdalar bizi öldürecek mi?

TARIM ve Köyişleri Bakanlığı'ndan ses seda yok. Herhalde Bakan ve şürekası Bakan Bey'in köyüne yapılmakta olan ‘‘dört şeritli otoyol’’un açılışına gittiler.

Şaka bir yana, insanları zehirleyecek kadar toksin içeren sebzelerin ihracının yarattığı sorunlar Türkiye'ye pahalıya mal olacak ama bakanlık konuyu hálá birtakım ‘‘oyunlar’’a ve ‘‘Türk düşmanlarına’’ bağlıyor.

Sağlıklı bir denetim mekanizması kurmak zahmetli ama işi Türk düşmanlığına bağlayıp çıkmak kolay.

Diğer taraftan bir de ‘‘hormonlu’’ gıdalar meselesi var.

Manavdan aldığım domatesin üzerinde, ‘‘İhraç içindir’’ yazıyordu.

Manava sordum, ‘‘Abi ihraç için olduğundan bunlar hormonsuz. Daha lezzetli ve zararsız’’ dedi.

Haydaaa!

İç piyasa için hormonlu, ihraç için olan hormonsuz. Peki bu hormonlar zararlı mı, zararsız mı?

Bilemiyoruz. Çünkü ‘‘güvenilir’’ bir açıklama yok. Benim Pötürgeli ilkokul mezunu manava göre ‘‘Eh, azıcık zararlıdır herhalde’’.

Resmi açıklama ise yok. Bilgilendiren veya denetleyen de yok.

Dışı kırmızı içi beyaz domateslere alışmıştık ama karpuz büyüklüğüne yaklaşan çilekler hepimizi işkillendiriyor.

Acaba zararlı mı?

Kabzımallığına futbol yorumculuğundan daha fazla güvendiğim Erman Toroğlu bağırıyor, ‘‘Bunlar zararlı. Niye kimse ilgilenmiyor?’’ diye.

Ses seda yok. Toroğlu ‘‘Bu penaltı değil’’ deyince günlerce tartışanlar, aynı adam ‘‘Bunlar hormonlu ve zararlı’’ deyince dönüp bakmıyorlar bile.

Ve hormonlu gıdalar kim bilir belki de, canımızdan çok sevdiğimiz çocuklarımızın geleceğini karartıyor, umursamıyoruz.

Türkiye'de tarımsal gıda alanında ciddi bir sorumsuzluk ve denetimsizlik yaşanıyor.

Ama ilgilenen yok.

Tarım Bakanı mı? Orada bir köy var uzakta, onun köyü ya, oraya gitti.

Mucize ruhun geri dönüşü


GALATASARAY'da bu yıl alınan şampiyonluğun, geçen yıllarda alınan dört şampiyonluktan farkını anlatacağım demiştim.

Aslında galiba gerek yok.

İzleyen göz görüyor.

Şampiyonluğun kazanıldığı gece Galatasaray'ın Florya Tesisleri'nden yapılan yayın her şeyi gösteriyordu.

Geçmiş şampiyonluklarda sessiz ve karanlık olan Florya bu kez öyle olmadı.

Kutlamalarda Galatasaraylı oyunculardaki coşkuyu gördünüz değil mi?

Takıma bu yıl katılan Perez, Victoria, Mondragon bile büyük bir keyif içindeydiler.

Hasan Şaş tesislerin kapısında omuzlardaydı. Tüm takım saatlerce gırtlakları patlarcasına tezahürat yapıyor, marşlar söylüyordu.

Ve şampiyonluk coşkuyla kutlanıyordu.

UEFA şampiyonluğunu bile kutlamaktan aciz bırakılan takım, sevinçten uçuyordu.

İçerde de durum farklı değildi.

Tesisin içinde yöneticilerle futbolcular omuz omuza zıplayarak tezahürat yapıyor, coşuyordu.

Galatasaray, hem mali olarak hem de kadro olarak en zorlandığı yılda bu nedenle şampiyondu. Galatasaray'ın kapısından içeri ‘‘Galatasaray ruhu’’ yeniden girmişti. Daha önce ‘‘makineleşen ve maddi unsurlarla’’ yönetilen takım, yeniden Galatasaray ruhunu yakalamıştı.

Yönetim, takım, taraftar, camia tekrar bütündü. Florya kapısına şampiyonluk kutlamaya gelen taraftarlar, takımı göremeden kös kös dönmek zorunda kalmamıştı.

Bu ruhun Galatasaray'a geri gelmesinde eski Başkan Cansun'un ‘‘yumuşacık insani tarafının’’, Abdurrahim Albayrak'ın ‘‘özverisinin’’, Özer Saraçoğlu'nun ‘‘saf Galatasaraylılığının’’, Galatasaray seçimlerindeki ‘‘vakarın’’, yeni başkan Canaydın'ın ‘‘söz tutarlılığının’’ etkisi vardı.

Galatasaray'ın robotlaştırılmak istenen ruhu yeniden dirilmişti.

Ve bu serbest kalışla Hasan Şaş sezon ortasında gelen akıl almaz tekliflere ‘‘Hayır’’ demiş, Ergün serbest kalıp takımdan kaçabileceği bir sezonda önüne konan mukaveleye ‘‘gözü kapalı’’ imza atmıştı.

Galatasaray ruhu dönünce, ‘‘Sezonu bitirip Avrupa'ya kaçayım’’ anlayışı kaçıp gitmişti.

Mucize bu ruhtu.

Ve artık Lucescu'nun yüzünden bile bu ruh yansıyordu.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Doğduğumuza günde on kere pişman edilmediğimiz zaman.
Yazarın Tüm Yazıları