Mahmud Ersoy’un başına gelenler kehanet miydi

Mahmud Ersoy kahraman bir gazeteciydi. Abdi İpekçi, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Çetin Emeç, Hrant Dink gibi... Kafası kesilerek öldürüldü. Adını daha önce duymuş muydunuz? Ben geç tanıştım ama şu anda hakkında çok şey biliyorum. Yeni çıkan bir edebiyat dergisi sayesinde...

1950’lerin Türkiye’sinde “Kuvayı Milliye ruhunu” yaşatma gayreti içinde olan bir gazeteciydi, “yarım kalmış bir inkılabın” çocuğuydu. Kurtlar sofrasına dönmüş ülkede bir inşaat şirketinin çevirdiği dolapları, yolsuzlukları ortaya çıkardı. Sonra başsız bedeni bulundu.
Yaratıcısının uzun boylu, omuzları çarpıcı, gözleri pörsük, sesi gizli, cesur ve hakkaniyetli bir adam olarak anlattığı Mahmud Ersoy böyle kalleşçe öldürülmüştü ama zaten hiç yaşamamıştı.
Çünkü o Attila İlhan’ın “Kurtlar Sofrası” romanının baş kahramanıydı.
Onunla nasıl karşılaştım, nasıl tanıştım anlatayım:
Harika bir fikir üstüne kurulmuş nefis bir dergi çıktı piyasaya...
Adı “Roman Kahramanları”.
Üç ayda bir çıkacak ve sadece roman kahramanlarıyla ilgilenecek. Edebiyatçılar, akademisyenler, antropolog ve sosyologlar fiktif insanlar üzerine kafa patlatacaklar.
İlk sayıda hakkında sayfalarca makaleler yazılan dört kahraman var: Ferenc Molnar’ın Pal Sokağı Çocukları romanındaki Nemeçsek karakteri, Camus’nün Yabancı ve Veba’da karşımıza çıkan Meursault-Rieux kahramanı, Hasan Ali Toptaş’ın Bin Hüzünlü Haz romanındaki Alaaddin’i ve Attilâ İlhan’ın Kurtlar Sofrası’ndaki Mahmud Ersoy’u...

BİZ HİÇ YORULMADIK DESEM YALAN

İlgimi en çok Mahmud Ersoy’un çekmesinin en temel sebebi Attillâ İlhan’ın bu romanını okumamış, Ersoy karakteriyle tanışmamış olmamdı.
Abdi İpekçi cinayetini yeniden tartıştığımız bugünlerde Mahmud Ersoy karakterinin başına gelenleri, Demokrat Parti’nin son dönemlerini Attilâ İlhan’ın kaleminden dinlemek kekre ve tanıdık bir tat olarak dilime yapıştı.
Attilâ İlhan gibi yaşadığı toplumu iyi bilen, iyi çözümleyen bir yazar nasıl da sağlam bir şablon çıkarıyor onu gördüm.
Doğan Hızlan’la ve Prof. Kemal Karpat’la yakın zamanda yaptığım sohbetlerde hep aynı benzer cümleyle karşılaşmıştım: “Türklüğün ne olduğunu çözmek mi istiyorsun? Tanzimat’tan bu yana yazılmış bütün iyi romanları incelemen gerek!” Murat Belge de “Genesis” adlı son kitabında aslında böyle bir inceleme yaparak Türklerin gen haritasını çıkarmıştı.
“Roman Kahramanları” adlı bu dergide Mahmud Ersoy’u ameliyat masasına yatıran edebiyatçılardan biri olan Erendiz Atasü bakın ne diyor: “Yarım kalmış Atatürk devrimini tamamlamak üzere Anadolu’ya geçen Mahmud Ersoy imgesi, 15 yıl sonrasının 12 Mart döneminde, bu ülkenin idam sehpasına layık gördüğü, elini kana bulamamış masum ve merhametli devrimci gençlerin prototipidir. Hermann Broch, roman türünün kehanet özelliğinden ve bu özelliği yitirişinden söz eder. İşte Kurtlar Sofrası kehanet özelliğini yitirmemiş bir romandır.”
Eğer bu doğruysa, yani “Kurtlar Sofrası” 1950’ler dönemini anlatan birçok başka roman gibi bir kehanetse...
Buna tarih tekerrürden ibaret denmez, adi ve fasit bir dairede sıkıştık kaldık denir.
Despot iktidarlar, hâlâ masaya yumruk vuran askerler, yolsuzluk ve yozlukla kavrulan burjuvazinin kimi kesimleri... Ve susturulan, dokuz köyden kovulan, yetmedi öldürülen gazeteciler...
Bu kehanet kaderimizse... Ne yapacağız?
Kendimizi bir yerden atsak da memleketi üstümüzden atamayacağımıza göre...
Bülent Ortaçgil’in en sevdiğim şarkısına kulak vereceğiz: “Biz hiç yorulmadık... Biz hiç yenilmedik... Desem yalan... Oyuna devam...”

(Roman Kahramanları dergisini bütün büyük kitabevlerinde bulabilirsiniz.)

RÜYAMDA...

Şahan Gökbakar ve Şafak Sezer bir film yapmıştı. Bir damla İvedik, biraz Kutsal Damacana... Bir mizah şaheseriydi. Gül gül ölüyorduk. (Bayağı, sinemadaki herkes bir bir öldü!)

“2010 etkinlikleri gerçek anlamda detaylı olarak bana ulaşmış değil. O açıdan ne var ne yok bilmiyorum” diyen İstanbul Devlet Opera ve Balesi Müdürü Suat Arıkan diplomatik filtresini eritip 2010 Kültür Başkenti konusundaki gerçek fikrini açıklayıveriyordu: “Saçmadır, olmamıştır. Takip de etmiyorum, zaten beni de bilgilendirdikleri yok! Hieeyyt!”

Okan Bayülgen Avatar’ın yönetmeni James Cameron’u tenhada kıstırıp “Evet filmdeki birçok karakter çalıntı... Özür dilerim, keşke senin ‘Kanalizasyon’ gibi özgün bir film yapabilseydim...” dedirtiyor, adamcağızı neredeyse hüngür hüngür ağlatıyordu.
Bu rüyadan ter içinde uyandım, katiyen kendime gelemiyorum!
Yazarın Tüm Yazıları