Bana göre yaşayan en önemli yazarlardan biri olan Haruki Murakami’nin “What I talk about when I talk about running-Koşmaktan bahsettiğimde neden bahsediyorum” adlı kitabını iki gün önce bitirdim.
Yaşlanmak, yazmak ve bir yazar olarak bedeninin limitlerini araştırmak üzerine nefis bir kitap. New York Maratonu’na hazırlanırken her ay ne kadar koştuğunu, o sırada ne hissettiğini, bunun yazı yazmayla nasıl bir ilgisi olduğunu anlatıyor. Murakami’nin “Koşmak disiplin işidir, her sabah limitlerinizi zorlamak için gerekli enerjiyi bulamayabilirsiniz. Bu da sizi üzer. O yüzden kimseye koşun diye telkinde bulunmam” sözüne hiç aldırmadım. Sanki koşarsam, Murakami’nin yazma yeteneğine yaklaşacağım... Sanki koşarsam, Murakami gibi kendimi çözebileceğim, onun gibi daha sabırlı ve net olabileceğim... Önce havaya girdim, sonra da eşofmanlarımın içine.
PARAMIZ YOK AMA KAFAMIZ VAR
Tabii ben Murakami gibi Hawaii sahilinde mango ağaçlarının altında koşamıyorum. “Sağlık için Sanat: Murakami’ye Öykünmek” başlıklı bu projem için seçtiğim mekân Demokrasi Parkı. İmkânlarım bu kadarına elveriyor ama Ipod’uma Murakami’nin koşarken dinlediği grup olan Creedence Clearwater Revival’ın parçalarını eklemeyi ihmal etmiyorum. Paramız yok ama kafamız var! Dakika 1.15 : Bu parkı da bayağı sel almış! Gölcüklere girmemek için koşmaktan öte folklor oynamam gerekebilir. Dakika 3.40 : Yeşil mantolu sakallı bir adam yanımda koşmaya başladı. Sanırım şarap parası istiyor. Onu, malvarlığının yüzde 97’si oranında vergi cezası kesmekle tehdit etmeyi düşünüyorum. Dakika 4.10 : Hızlandım, adam geride kaldı. Kendime güvenim tam. Murakami’nin çok iyi iş yapan caz barını kapatıp roman yazmaya karar verdiğinde hissettiği kalp çarpıntısının benzerini hissediyorum. Dakika 8.25 : Dalağım şişti ya... Bu ne rezillik! Adam 60 yaşında günde 3.6 km koşuyor, bir de benim halime bakın. Puh, yazıklar olsun! Hiçbir zaman iyi bir yazar olamayacağım. Ay dursam mı şurada bir saniye? Dakika 10: Su birikintisine girmeyeyim diye boşluğa bastım, sol bileğim burkuldu, iyi mi! Bu noktada kardeşim Ali ve mühendis akranlarının sık kullandığı bir deyimi kullanmak istiyorum: “Kahretsin! GG oldum”. İnternetteki bilgisayar oyunlarında kaybeden kişinin karşı tarafa söylediği ilk cümle olan Good Game’in (İyi oyundu) kısaltmasıdır GG. Yani denedim ama olmadı, kaybettim, bittim manasında. Murakami’nin bana bir tendon borcu var ama haberi yok.
Bu galeri bilimkurgu filminde mi yaşıyor
Maçka Sanat Galerisi sezonu İtalya’da yaşayan sanatçımız Şükran Moral’ın Acı adlı sergisiyle açıyor. Bravo, süper. Sorun bunu bizlere haber veren yazıda: Şükran Moral için “Mutasyon yeteneğiyle tanınan sanatçı...” diyor. Vay vay! Buradan anlıyoruz ki galeri, sergisini açtığı dünyaca ünlü sanatçı Moral’ın genetik şifresini istediği gibi değiştirebildiğini düşünüyor. İki ihtimal var: Moral, ya bozulmuş kromozomlarla doğdu ya da sonradan radyasyona filan maruz kalarak genetiği bir biçimde değişti. Bu olabilir, hatırlayın Örümcek Adam’a olmuştu. Yalnız Moral’la kısa süre önce buluşup uzun uzun sohbet etmeme rağmen böyle bir mutasyon emaresi görememiş, sadece sıra dışı ve özel bir insan olduğunu düşünmüştüm. Yoksa bende de miyoz ve mitoz bölünme yeteneği olduğu için mi fark edemedim? Maçka Sanat’ın yaşadığı dünyada herşey mümkün biliyorsunuz...