403 bin kitabın görücüye çıktığı, yaklaşık 700 milyon euroluk telif sözleşmesinin gerçekleştiği devasa bir organizasyon Frankfurt Uluslararası Kitap Fuarı.
Her yıl ekim ayında 110 ülkeden 300 binin üzerinde yazar, yayıncı ve ziyaretçi katılıyor.
Fakat bu yıl daha bir hareketli çünkü geçen yıl Katalanya'dan bayrağı devralan Türkiye, dünyanın en büyük kitap fuarının onur konuğu. Fuar direktörü Jürgen Boos'un ağzı kulaklarında.
Çünkü geçen hafta Türkiye'nin onur konuğu olduğu 60. yılda, 60 yılın ziyaretçi rekoru kırıldı. Türk yazarlar, yayıncılar ve sanatçılar Almanya'da yaşayan Türklerin de katılımıyla tam bir kültür sanat çıkarması yaptı.
Türkiye'de aynı masanın etrafında oturmaktan imtina eden birçok kişi ve kurum Frankfurt'ta tüm farklılıklarıyla beraber bir aradaydı.
Daha iki yıl öncesine kadar fuarda birlikte yer almaktan kaçınan, yan yana gelmemek için özel çaba sarf eden yayıncılar bu yıl Türkiye'nin tüm seslerini ve renklerini yansıtmak için omuz omuza tatlı bir yarış halindeydi.
"Demek ki olabiliyormuş" diye geçirdim içimden.
Bülent Erkmen'in labirent metaforlu Türkiye logosu aslında olan bitenin en güzel özeti.
Farklılıkları abartıp Türkiye labirentinde fasit daireler çizip kaybolmak da mümkün, her köşede farklılıklardan yararlanarak keyifle yol almak, kaybolmadan dolaşmak da.
Binlerce etkinliğe, 7 bin sergi alanına ve global finans krizine rağmen ben bu yıl Frankfurt Kitap Fuarı'nda tabanları yağlayarak keyifle dolaştım.
Henüz piyasaya çıkmamış birbirinden ilginç kitapların peşinde koşturmaktan yoruldukça kendimi Türk yemeklerinin, edebiyat, kültür ve sanatının sergilendiği forum alanına yani Türkiye labirentine attım.
Pazar akşamı Türk organizatörler konuk ülke bayrağını Çin'e devrederken ben elimde Avrupa'nın genç entelektüellerinden Mark Leonard'ın "What Does China Think" kitabıyla gelecek on yılların hayaline daldım.
Çin üzerine binlerce kitap yazıldı.
Leonard, dışarıdan bir Çin fotoğrafı çekmek yerine; içeriden, bizlere Çin'in sadece ucuz işgücü ve hızla büyüyen ekonomisi ile değil entelektüel birikimiyle neler katabileceğini anlatmış.
"Why Europe will run the 21st Century" başlıklı hayli zihin açıcı bir önceki kitabında bir anlamda Türkiyesiz bir Avrupa Birliği'nin neden olmayacağını, olamayacağını anlatıyordu.
Eğer Avrupa kurucu babalarının mirasına uygun bir birlik kuracaksa bunun Türkiye'nin de içerisinde olduğu yeni bir medeniyet projesi olması gerektiğine vurgu yapıyordu. Bu kez Çin'in binlerce yıllık uygarlığı ile bugünün entelektüel dünyasına yapabileceği katkıları çok zengin örneklerle içeriden anlatıyor.
Çin'in bayrağı bizden devralması tamamen tesadüf gibi görünse de bana pek manidar geldi. Dünyanın içinde olduğu ekonomik kriz bir daha gösterdi ki artık 20. yüzyılın bağımsızlık rüzgârı yerini büsbütün karşılıklı bağımlılığa bıraktı.
Bugün dünyanın yaÅŸadığı ekonomik krizin altında, en basit biçimiyle Amerika'nın Bush'la birlikte "Ben bildiÄŸimi okurum" politikaları vardı. Önceki gün Bush, Irak'ın iÅŸgaline karşı çıktıkları için "yaÅŸlı Avrupa" diye suçladığı ülkelerin liderleriyle kendi politikalarının sebep olduÄŸu krizi çözmek için bir araya geldi.Â
Dikkat ettim, kimse kimseyi suçlamıyor. Aksine herkes "Bu yangını birlikte söndürmezsek hepimiz yanarız" bilinciyle konuşuyor.
Çünkü Amerika'da batan bankalar sadece Amerikalıları değil en az onlar kadar Çin'in, Rusya'nın, Körfez ülkelerinin canını yakıyor.
Çünkü küresel ekonomi, finans sisteminin çökme noktasına gelmesine rağmen bütünüyle karşılıklı bağımlılıktan geçiyor. Çin halkının tasarrufları Amerikan hazinesini ve ekonomisini ayakta tutuyor. Her ne kadar çok büyük kayıplar da yaşasa Çin'in Amerikan hazinesine park ettiği paranın miktarı 1 trilyon doları buluyor.
Benzer bir miktar Rus zenginleri ve Körfez ülkeleri için de söz konusu.
Bu yüzden global finans sisteminde yaşanan kriz hepimizin sorunu.
Ve bu sorun ekonomiden çok, farklı uygarlıkların bir arada yaşama sorunu.
Kapitalist sistem kendisini yeniden kurgularken tıpkı Türkiye'nin Frankfurt çıkarması gibi "Bütün Renkleriyle Dünya" demek zorunda.
Çünkü artık ne Türkiyesiz bir Avrupa ne de Çinsiz bir dünya sistemi mümkün.