Paylaş
Hele hele kurumlar arası çatışmayla hiç işi olmaz.
En zor zamanlarda bile her zaman uzlaşmadan yana tavır alır.
Hatta bu yüzden en yakınındakiler tarafından bile kimi zaman "hesapçı" olmakla suçlanır.
Serde Kayserililik var, Hisarcıklıoğlu başarılı bir işadamı ve TOBB Başkanı olarak elbette hesap-kitap adamıdır. Fakat gerektiğinde her türlü kişisel hesap ve kitabın ötesinde hareket etmesini bilir.
Daha geçenlerde Türkiye’nin dört bir tarafından her türlü meslek örgütüyle bir araya gelerek "Herkes bulunduğu konumdan bir adım geri atsın" dedi.
Kimileri onun bu kendi kariyeri açısından çok riskli hareketini bile "siyasi hesapçılık" olarak değerlendirdi. Fakat o yılmadı.
Türban krizinin en kritik günlerinde Cumhurbaşkanı Gül ile görüşüp arabuluculuğa soyundu. En soğuk tepkiyi Başbakan Erdoğan’dan gördü.
Baykal’ın mızıkçılığı ve Erdoğan’ın vurdumduymazlığı sonucu Çankaya’ya eli boş döndü. Kavga daha da büyüdü.
Herkes "kavgaya kavgaya" diye tezahürat yaparken o TÜSİAD’la birlikte "Ekonomik gidişat kötü, bu kavga hepimizi yakacak" uyarısında bulundu.
Kavgada şimdiye kadar taraf olmadığı için çift taraflı salvolar yedi.
Kendisini Başbakan Erdoğan’a karşı alternatif hareketin siyasi lideri olarak çıkarmak isteyenlere çok açık bir biçimde "Mağduriyet üzerinden siyaset yapmam" mesajı verdi.
TOBB tabanından gelen baskı ve taleplere her şeye rağmen direndi.
Ve fakat dün Ankara Ticaret Odası Meclisi’nin genişletilmiş olağanüstü toplantısında Rifat Hisarcıklıoğlu resmen patladı.
Onu yakından tanımasam bu çıkışını kendisine bağlı önemli bir oda başkanı gözaltına alındığı için "Kurumsal tepki veriyor" der geçerim.
Fakat "Cumhuriyetin şerefi adalettir" gibi veciz sözlerle süslü açıklamasını dinlerken verdiği mesajların kurumsal olmanın ötesine taştığını/taşacağını düşünüyorum.
Önceki gün iki emekli orgeneral, birçok gazeteci ve işadamının tutuklanmasıyla zirve noktasına çıkan Ergenekon operasyonu artık geri dönüşü olmayan bir yola soktu Türkiye’yi.
Bir yanda kapatma davası diğer yanda Ergenekon; Türkiye, iki kolunda iki saatli bombayla "tik-tak, tik-tak" geri sayım sürecine girdi.
İlhan Selçuk tutuklandığında "Kazananı olmayan bir savaş bu" başlıklı bir yazı yazmıştım. Yanılmışım bu savaşın bir kazananı varmış: Savaş tamtamcıları!
Maalesef Hisarcıklıoğlu ve onun gibi düşünenlerin tüm çabasına rağmen uzlaşma değil çatışma galip geldi. Ve sabırtaşı çatladı.
Yoksa Hisarcıklıoğlu, Sinan Aygün’e yapılanları usul açısından kınamanın ötesine geçip “Demokratik yollarla bu göreve seçilen, hem Ankaralı müteşebbislerimiz hem de ülkemizin menfaatleri için mücadele veren saygın bir mensubumuza reva görülen bu uygulamayı hepimize yapılmış kabul ediyoruz” der miydi?
Soruşturma sürerken “Sayın Aygün'ün meşruiyet dışı herhangi bir tavır ve davranış içine girmeyeceğini de biliyoruz” diyerek iddialara bu aşamada açıktan kafa tutar mıydı?
Cumhuriyetin şerefinin “adaleti” olduğunu ifade ederek “Eğer bir sistem, hukukun ve adaletin dışına çıkmakla korunabilecekse esasen korunmaya değer değildir” diyecek kadar ileri gider miydi?
Emin olun gitmezdi.
Ama gitti.
Peki ne oldu da Hisarcıklıoğlu ve onun gibi düşünenler bu noktaya geldi?
Kimse bana şahsi ikbal hesabı ya da Ergenekon bağlantısından bahsetmesin.
Nasıl ki AKP aleyhine açılan kapatma davasının en zayıf noktası bizatihi iddianamenin kendisiyse, Ergenekon gibi vahim iddialar içeren ve giderek korku tüneline dönen bir davanın da en zayıf halkası iddianamesizliği.
Hisarcıklıoğlu patlamasın da ne yapsın!
Paylaş