Paylaş
Söyleşi öncesi bilgi topluyor zannettim...
“Hayır, Obituary’sini hazırlıyorum” demesin mi?
Obituary! Yutkundum...
“Yoksa Yaşar Kemal’e bir şey mi oldu?”
“Sağlığı yerinde, gazetem istedi, ölümü sonrasına hazırlık yapıyoruz...”
* * *
Obituary ölümden sonra yayınlanan bir çeşit portre haber...
Türk basınında ölüm ilanları var fakat Batı’daki gibi bir obituary sayfası yok...
Bu yüzden olsa gerek biriyle ilgili ölmeden önce hazırlık yapıldığını duyunca yutkunuyoruz.
Oysa ölüm kaçınılmaz er ya da geç kapımızda...
Türk romancılığının yüz akı Yaşar Kemal’e uzun ömürler diliyorum...
Ama Amerikan basını şimdiden Yaşar Kemal obituary’si hazırlarken Türk basınının bu işi musalla taşında “Merhumu nasıl bilirdiniz?”le sınırlı tutan kolaycı-hazırlıksız habercilik anlayışına da kızmadan edemiyorum...
Allahtan yalnız değilim...
Hafta başı duayen gazeteci-denizci Necati Zincirkıran aradı.
Çok önemli bir ölüm haberini paylaştı...
Meğer o da bir türlü anlam veremiyormuş obituary geleneğimizin olmamasına...
Neden mi? Anlatayım...
* * *
Türkiye’de denizciliğin piri olarak kabul edilen Süleyman Dirvana 4 Haziran’da Marmaris Bozburun’daki evinde 95 yaşında vefat etti...
Ölüm ilanları ve birkaç küçük haber dışında Türk basınında hakkında doğru dürüst bir şey çıkmadı.
Abartmıyorum Süleyman Dirvana Amerika’da yaşıyor olsa New York Times’ın hem obituary sayfası hem de birinci sayfası bütün detayları ile 95 yıllık o muhteşem hayat hikâyesini öldüğü gün gözler önüne sererdi...
Düşünsenize Türkiye’de daha yelkenin ne olduğunun bilinmediği yıllarda 7,5 metre uzunluğundaki yelkenlisi ile denizlere açılmış, yarışmalara katılmış bir denizci o.
Teknesi kendisinden yaşlı...
Türkiye’nin ilk yelkenlisi Seddülbahir tam 100 yaşında...
* * *
İngilizce, Fransızca ve Almancayı anadili gibi konuşan Dirvana aslında tıbbiyeli.
Ünlü düşünür Ethem Dirvana’nın oğlu.
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde yıllarca hizmet vermiş çok önemli bir cerrah...
Rengârenk yelken yarışlarıyla Türklere denizciliği sevdiren ve öğreten adam...
Emekli olduktan sonra karısı Zeynep Hanım’la Bozburun’da kendi elleriyle yaptığı, karadan ulaşım olmayan eve taşındı.
Evi denizcilik okulu gibiydi.
Bahçesindeki devasa Türk bayrağını çekilmiş olarak gören tüm denizciler “Kaptan evde” deyip ziyaretine giderdi.
Sadece denizcileri değil her yıl Türkiye’nin dört bir yanından onlarca kimsesiz çocuğu evinde ağırlardı.
O yaşına rağmen her yıl, yanına aldığı ilaçlarla, Bozburun’dan Seddülbahir’e hastaneye ulaşım imkanı olmayan köylülere yardım ve tedavi sunmak için yelken açtı...
Denizciler için Kaptanı Derya, öğrenciler ve hastalar için Melek Dede idi...
* * *
İki vasiyet bıraktı...
Bir, askerliğini yaptığı, yelkenlisine adını verdiği Çanakkale şehitliğinin yanı başında Seddülbahir’e gömülmek...
“Serin Ege rüzgârları mezarımın üstünde essin...”
İki , “Türkler denizi, rüzgârı ve yelkeni daha fazla sevsin...”
Bu amatör obituary denemesi seni anlatmaya yetmez...
Ruhun şad, rüzgarın bol olsun Süleyman Kaptan...
İlk yelkenimi nasıl yaptım?
CUMHURİYETİN ilk yılları... O zaman dakron yok. Giderdik Mahmut Paşa’dan Amerikan bezi alırdık. Kandilli’den Cornelia isimli bir Rum kadın çağırırdık dikiş için. Annemin Singer marka dikiş makinesini kullanırdık. Babamın kütüphanesi büyüktü. Oraya gider tebeşirle yelken çizerdim. Ben biçerdim Cornelia dikerdi. Cornelia sıkılmasın diye ağabeyim Selim’in getirdiği Mozart’ın Don Joanni plaklarını çalardım devamlı. Uzun seneler Cornelia’nın diktiği yelkenleri kullandım. Birçok yarışı o yelkenlerle kazandım. Çürümesin diye yelkenleri ardıç katranı ve ağ boyaları ile büyük kazanlarda boyardım.
Daha sonra Arap camiinin altında bir yelkenci vardı, sarhoş Mahmut. Kendi çizdiğim yelkenleri ona yaptırdım. Deniz ve yelken üzerine yazılmış bütün kitapları okudum.
Ayvalık’a doğru açılacağım yelkenimle deniz haritam yok. Babamın kütüphanesinde bir kitapta Balkan haritası vardı, yırtıp aldım onu yanıma ve o haritaya bakarak açıldım...
Paylaş