Mutlu evliliğin sırrı

ÜNLÜ romancı Tolstoy, “Mutlu bir evlilikte önemli olan, iki kişinin ne kadar uyumlu olduğu değil, uyumsuzlukla nasıl baş ettikleridir” der.

Haberin Devamı

Hakikaten de öyleymiş.

Mesela karımla ben gece ile gündüz gibiyiz.

Elif her daim pürtelaş, ben sabır küpü.

O kaos, ben düzen.

Kimi zaman ateşle barut, kimi zaman alev ve su.

Zaten bütün mesele bu.

Yani tüm uyumsuzluklara rağmen birlikte yaratılan o ince ahenk.

* * *

Sadece mutlu bir evlilikte mi?

Bence değil.

Bakın mesela Cumhurbaşkanı Abdullah Gül önceki gün yasama, yürütme ve yargı başkanlarını Çankaya’da öğle yemeğinde bir araya getirdi.

Bir yanında Başbakan, diğer yanında Yargıtay Başkanı.

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç da orada, Danıştay Başkanı Mustafa Birden de. 

* * *

Peki neydi yemekten çıkan mesaj?

Devlet organlarının “uyumlu” çalışmasının önemi...

Baktım birçok gazete haberi “Çankaya’da uyum zirvesi” başlığıyla vermiş.

Yani en azından zevahirde mesaj yerine ulaşmış.

Kapı komşuya “Bakmayın gece gündüz evimizden yükselen bağrış çağrışa, biz hâlâ uyumlu bir çiftiz” mesajı verilmiş.

İyi de evin içinde durum ne?

Durum tersinden de olsa Tolstoy’un tarif ettiği gibi.

Hem uyumsuz hem de uyumsuzlukla nasıl baş edebileceğini bilmeyen bir çift, mutsuz bir birliktelik.

* * *

İster “toplumsal kutuplaşma” deyin isterse “kurumsal” ya da “kuramsal çatışma”, bu yönüyle Türkiye tam da Tolstoyvari bir romanın konusu.

Hatırlayın nasıl da damardan başlıyordu 19. yüzyıl Rus toplumunun çelişkilerine ayna tutan Anna Karenina’nın trajedisi.

“Bütün mutlu aileler birbirine benzer, oysa her mutsuz ailenin kendine özgü bir mutsuzluğu vardır.”

Bütün mesele bu mutsuzluğu kimin hikâye ettiği.

Her hikâyenin en az iki yüzü vardır; bir görünen, bir de görünmeyen.

Bu bizzat hikâyeci için de geçerlidir.

Bugünden itibaren pazartesi ve perşembe hariç haftada 5 gün bu köşede sizlerle her hikâyenin görünen ve görünmeyen yüzlerini paylaşacağım.

Bugün en zor olanı seçtim.

* * *

Bazıları Türkiye’nin içinden geçtiği değişim sürecini demokrasi yolunda “doğum sancısı” olarak görüyor.

Bazıları ise “sivil darbe”.

Oysa ben uzun bir süredir kendimi evin içinde anne ve babasını sürekli kavga ederken izleyen, mutsuz bir çocuk gibi hissediyorum.

Ne taraf olabiliyorum bu kavgaya ne de bigane kalabiliyorum.

“Tarafsız” olmakla “tavırsız” olmak aynı şey değil.

Bu yüzden çocuksu bir haykırışla diyorum ki: “Tamam, asker vesayeti bitsin. Fakat biri biterken diğeri başlamasın. Askerin yerini polis ya da başka biri almasın.”

* * *

Dahası hiçbir aile, hiçbir kurum, hiçbir toplum tek başına dış baskıyla dönüştürülemez.

Çürüme de içerden başlar, çözülme ve dönüşüm de.

Hiçbir kurum topyekûn saldırı altında iç dönüşümünü yapamaz.

İstese de yapamaz, bütün varlığı ile savunmaya geçer.

“Asker içindeki cuntacıları temizlesin” diyenler eğer bu isteklerinde samimilerse, o temizlik için gerekli olan hareket alanını da bırakmak zorundalar.

“Önce hesaplaşalım sonra demokratikleşiriz” diyenler kusura bakmasınlar kendilerini kandırıyorlar.

* * *

Portekiz’i yaklaşık kırk yıl demir yumrukla yöneten Salazar biraz da günahlarının kefareti olarak “Mutlu ulusların tarihi yoktur” demişti.

Bizim tarihimiz maşallah mutsuz hesaplaşmalarla dolu.

Tolstoy Anna Karenina’nın trajedisini anlatmadan yıllar önce adı “Aile Mutluluğu” olan bir roman bile yazmıştı.

Ama ne kişisel yaşamında ne de romanlarında mutluluk istasyonuna bir türlü varamadı.

Çünkü “uyumsuzlukla nasıl baş edebileceğini” bir türlü bilemedi.

Yazarın Tüm Yazıları