PaylaÅŸ
İstanbul Sulukule’yi yeniden canlandırma projesi kapsamında bir süredir evlerinden olan mahalle sakinleriyle Fatih Belediyesi arasında amansız bir mücadele var.
Fatih Belediyesi, "Biz Sulukulelileri sefaletten kurtaracak çok önemli bir dönüşüm projesi hazırlıyoruz" diyor, Sulukuleliler ise "Dönüşüm projesi adı altında binlerce yıllık kültürlerinin yok edildiğini" söylüyor.
Çingene kültüründen dolayı konu dünya medyasına, oradan da Avrupa Birliği Parlamentosu'na kadar taşınıyor.
Kim haklı kim haksız anlamak için Joost tüm zorluklarına rağmen iki tarafı bir araya getiriyor. Rotterdam ve Berlin gibi Avrupa şehirlerinde edinilen tecrübeler, uzlaşma ve diyaloğun önemini ortaya koymuş ne de olsa. Nitekim hararetli tartışmalardan sonra belediye yetkilileri hatalı uygulamalar olabileceğini, Sulukule sakinleri ise abartılı taleplerle sorunun çözülemeyeceğini kabul ediyor.
Böylece Joost’un en büyük problem olarak gördüğü "güven sorunu" kısmen aşılıyor ve daha teknik bir tartışma başlıyor.
Fakat Lagendijk için asıl sürpriz toplantının hemen ardından gelen türban sorularıyla başlıyor.
Her zamanki içten haliyle "Üniversitelerde türban yasağının kesinlikle kalkmasından yanayım" diyor.
Yani hükümetin bu konudaki girişimini tereddütsüz destekliyor.
Fakat toplumdaki hassasiyetlerin göz önünde bulundurulmamasını ve Türkiye’nin tüm enerjisini başörtüsüne endekslemesini kaygı verici bulduğunu da belirtiyor.
"Umarım hükümet türban sorununu çözerken bu kaygıları dikkate alacak ve reformları da unutmayacak" demeyi ihmal etmiyor.
Fakat ertesi gün birçok gazetede "Lagendijk: Durum kaygı verici" başlığını görünce şaşırıyor. Çünkü bu başlıktan sanki Lagendijk başörtüsü yasağının kaldırılmasına karşıymış ve hükümetin türbanı üniversitelerde serbest bırakmasını kaygı verici buluyormuş gibi bir hava çıkıyor.
Benzer bir şaşkınlığı geçen hafta TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu da yaşıyor.
Hatta onun şaşkınlığı Lagendijk’ten daha ileri. Çünkü Hisarcıklıoğlu vermek istediği mesajın tam tersi bir algıyla baş başa kalıyor.
Özetle açıklaması ÅŸu: "Bir hukuk devleti olan Türkiye'de 18 yaşına gelen bir kiÅŸinin reÅŸit olduÄŸu, cezai ehliyeti ve oy verme hakkı bulunuyor. Åžimdi siz ona gelip de bu noktada 'Sen şöyleÂgiyineceksin, böyle giyineceksin' diye tarif edilmemesi gerektiÄŸinde, toplumun büyük bir çoÄŸunluÄŸu anlaÅŸmıştır. Bugün deÄŸil de bir 3 ay öncesinde böyle bir problem yok. Åžimdi üzülerek görüyorum, sanki moda dergisiyle anayasamızı eÅŸdeÄŸer konuma getirmeye çalışıyoruz. Bir moda dergisinde insanın giyimi, kuÅŸamı, nasıl baÄŸlanacağı, nasıl örtüneceÄŸiyle ilgili veya giyiminin nasıl olacağı yer alır fakat bu konu birÂanayasanın içine yerleÅŸtirilirse dünyanın en garip anayasası ortaya çıkar."
Tahmin edebileceğiniz gibi Hisarcıklıoğlu’nun yasağı açıkça eleştiren, özgürlüklerin yasa yoluyla çizimler yaparak belirlenmesini eleştiren bu sözleri, gazetecilik tabiriyle en seksi unsuruyla manşetlere taşındı: Magazin dergisi mantığıyla anayasa yapılmaz!
Böylece başlığa bakan birçok okur TOBB Başkanı’nın üniversitede türbana özgürlük getiren yasal düzenlemeye sadece şekilsel değil, esastan da karşı çıktığı algısına kapıldı.
Hatta bazı gazeteler baktım hem TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ’a hem de TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’na yasal düzenlemeye karşı çıkanlar safında yer vermiş.
Geçen hafta "TÜSİAD türbana karşı mı?" başlıklı yazımda Arzuhan Hanım’ın öncelikler sıralamasına ekonomiyi koyan, özgürlükten yana ama toplumsal kaygıları da dikkate alan yerinde açıklamasını bütünlüğü içinde anlamak gerektiğini aktarmıştım.
Anlaşılan bu hafta da aynı ÅŸeyi Lagendijk ve HisarcıklıoÄŸlu için yapmam gerekiyor.Â
Çünkü ne Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Joost Lagendijk ne TÜSİAD Başkanı Arzuhan Yalçındağ ne de TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu başörtülü öğrencilerin eğitim haklarının elinden alınmasına destek veriyor.
Üçü de bunun her şeyden önce temel bir hak, eğitim hakkı olduğunu söylüyor.
Yani üniversitelerde başörtüsü yasağına karşı çıkıyor.
Fakat üçü de farklı gerekçelerle hükümetin bu işi çözme yöntemine haklı eleştiriler getiriyor.
Eğri oturup doğru konuşalım.
Aslında tartıştığımız türban değil.
Cumhuriyet ve modernleşme tarihimizin en önemli sorunlarıyla türban üzerinden hesaplaşıyoruz. Din-devlet ilişkisi, modernleşme-gelenek, İslam-demokrasi...
Seksen küsur yıldır tam olarak çözülemeyen sorunları türbanı özgür bırakarak ya da yasaklayarak çözebileceğimizi zannediyoruz.
Kılıçlar çekilmiş, ortalık toz duman.
Kimin gerçekten ne söylediğinin hiçbir önemi yok.
Düne kadar yasakçılık adına saflar sık ve düzgün tutuluyordu, bugün özgürlük adına hepimiz hizaya sokuluyoruz.
Ne yani hem yasaklara karşı çıkıp hem de özgürlük adına bile olsa hizaya girmeyi reddedemeyecek miyiz?
Sulukule sakinleri kadar olsun bir masanın etrafında oturup hararetli hararetli tartışamayacak mıyız?
Güven sorununu kısmen de olsa aşıp, meselenin teknik detaylarına giremeyecek miyiz?
Ne acı, hafta sonu çaresizlik içinde yollara düşen kimileri ordudan medet umuyordu, kimileri ise son çare olarak AİHM’yi yani Avrupa Birliği’ni (AB) görüyor!
Ne dersin Joost, yoksa bu iş için de mi AB’nin devreye girmesi gerekecek?
PaylaÅŸ