Paylaş
Elbette krizin çıkış noktası ekonomik.
Fakat artık bugün geldiğimiz noktada bu iş bir güven krizi.
Bu yüzden de kimse nerede nasıl duracağını bilmiyor.
Mali açıdan çok fazla anlam ifade etmeyen veriler bile piyasaların altını üstüne getirmeye yetiyor.
Sonuçta meselenin psikolojik boyutu mali boyutun önüne geçmiş bulunuyor.
Böyle olunca 700 milyar dolarlık ABD paketine ve toplam 4 trilyon doları geçen kurtarma planlarına rağmen yangın tam olarak kontrol
altına alınmış olmuyor.
Daha doğrusu hiç kimse bu akıl almaz kaynak aktarımına rağmen yangının kontrol altına alındığına inanmıyor. Neden?
Dedim ya bu bir küresel güven krizi.
Bir ucu türev piyasalara uzanıyor diğer ucu Bush Hükümeti’nin tek taraflı saldırgan politikalarına.
Aslında bunlar bir birinden bağımsız değil. Ama biz nedense ya meselenin ekonomik boyutuna ya da siyasi boyutuna tek başına bakıyoruz.
Bu yüzden de yaşanan küresel krizi anlamak ve adlandırmakta güçlük çekiyoruz.
Kimileri meseleyi kapitalizmin sonunu ilan etmeye, kimileri de Marks’ın ruhunu yeniden keşfetmeye kadar götürdü..
Evet ortada küresel çaplı sistemik bir kriz var, fakat abartmayalım ne serbest piyasa son nefesini verdi ne de küresel finans sistemi bunca darbeye rağmen ortadan kalktı.
Olan biteni küreselleşmenin sonu olarak ilan edenler hepten yanılıyor. Çünkü bu krizden sonra ulus devletler eskisine göre çok daha bir birine bağımlı hale gelecek.
Ne Rusya ‘bana ne Amerika’da yaşanan emlak krizinden’ diyebilicek, ne Amerika ‘oh olsun petrol fiyatları düştükçe Rusya daha da beter olacak’ diye dua edebilecek.
Baksanıza Çin Devlet başkanı önümüzdeki ay Amerika’da yapılacak liderler zirvesine en önden yer ayırttı. Dünya genelinde yaşanabilecek olası bir resesyona karşı ‘biz Çin hükümeti olarak elimizi taşın altına koyar, dünya ekonomisinin ayakta durması için üretmeye devam ederiz’ açıklamasını yaptı.
Hesap ortada Amerika’da yapılan tüketimin %25’ini tek başına Çin sağlıyor.
Amerika’da resesyon demek Çin’in üretememesi demek.
Eskiden olsa ‘Amerika’nın derdi Çin’i niye gerdi?’ derdik.
Artık Amerika’nın derdi hepimizin derdi.
Amerika’da son bir yılda buharlaşan paranın miktarı 4 trilyon dolar olarak hesaplanıyor. Sıkı durun bu paranın yarısı Çin, Rusya ve Körfez ülkelerine ait.
Kimse kalkıp olan biteni aptal komplo teorileriyle izaha kalkmasın.
Bu kriz her şeyden önce ve öte bir güven krizi. Ne bankalar bir birine güveniyor, ne de piyasalar. Fakat esas önemlisi siyasetçiler. Çünkü her ne kadar kriz ekonomik de olsa kaynağı siyaset. Bu yüzden çözüm de her şeyden önce siyasi olacak.
Siyasi derken Kasım ayında Bush’un dünya liderleriyle bir araya gelmesini kastetmiyorum. Elbette bu türbülansta o toplantı da önemli.
Fakat daha ondan daha önemlisi 4 Kasım ABD seçimleri. Çünkü 4 Kasım bu krizin gerçek anlamda dönüm noktası olacak.
Tabii bir şartla, eğer Obama seçimi kazanırsa.
Obama’nın kazanması iki açıdan çok önemli. Bir dediğim gibi bu bir güven krizi ve Amerikan siyasetinin tek güven veren yenilikçi-uzlaşmacı siyasetçisi Obama.
İkincisi, yeni dönem ekonomi politikalarına uygun hareket edebilecek partinin lideri o.
Doğru oturup doğru konuşalım. Yeni dönem asla serbest piyasa ekonomisinin sonu olmayacak ama dünya genelinde daha korumacı, daha devlet müdahalelerine açık bir dönem başlayacak. Obama’nın liderliğin yaptığı Demokrat parti, Cumhuriyetçi Parti’den farklı olarak doğası gereği zaten devletin ekonomiye daha fazla müdahil olmasından yana.
Böyle olduğu için Cumhuriyetçi Bush Hükümeti’nin hazırladığı 700 milyar dolarlık kurtarma paketine kendi partisi en başta karşı çıkarken muhalif Demokrat Parti destek verdi.
Dolayısıyla 4 Kasım’da ABD’de yapılacak seçimler her ne kadar Amerikalıların seçimi gibi gözükse de hiç olmadığı kadar hepimizin seçimi.
Paylaş