Fanteziyi gerçeğe dönüştürenlerin hikâyesi

1990’ların başı çok sevdiğim bir arkadaşım Endüstri Mühendisliği’nde okuyor.

Ne zaman karşılaşsak, “Bıktım artık bırakacağım bu okulu” diyor...

Haberin Devamı

Ailesi, çevresi hemen herkes karşı...

Çünkü en yakınlarına bile endüstri mühendisliğinin ne olduğunu anlatamamış.

“Mühendis desen değil, işletmeci desen o da değil. Ne deve ne kuş.”

* * *

Okulu en yüksek puanla kazanmış...

Ama geleceğe dair acayip umutsuz...

Çünkü staj yaptığı çok köklü bir kurumda bile endüstri mühendislerinin resmen “ara eleman” gibi çalıştırıldığını görmüş...

İkinci yılın sonunda bıraktı okulu.

“Bu ülkede adam gibi bir sistem olmadığı için, iyi sistem kuracak insanlara da ihtiyaç yok” diyerek...

* * *

Zeki, inatçı ve yaratıcı bir öğrenciydi.

Endüstri Mühendisliği’ni bıraktı, Endüstriyel Tasarım’ı seçti.

“Dalga geçiyorsun...” diyecek oldum, baktım gayet ciddi...

“Madem Türkiye’de kolektif bir iş yapmak, sistem kurmak ve geliştirmek zor, ben de tamamen bireysel yaratıcılık gerektiren bir iş yaparım...”

Hakikaten de yaptı...

Fakat 1990’ların ortasında Türkiye’de yine aradığını bulamadı.

Sonunda dayanamadı, Amerika’ya gitti...

* * *

Hâlâ haberleşiyoruz ne zaman “Dön artık” desem “Türkiye’de yapamam” diyor.

Amerika’da yaşayan kalp cerrahı diğer bir Türk arkadaşla bir ara dönmeyi denedi, çok iyi imkanlar sunulmasına rağmen gerisin geriye kaçtı.

Nedeni çok çarpıcı.

“Benim en iyi olmam tek başına yeterli değil. Türkiye’de işimi iyi yapabilmem için sistemin de tıkır tıkır çalışması gerekiyor. Kaderin cilvesi, yine döndüm en başa...”

* * *

İyi bir kalp cerrahısınız ama çalıştığınız hastanenin tahlil ve tektik bölümü zayıf...

Sonuç, siz de artık iyi bir cerrah değilsiniz.

İyi bir endüstriyel tasarım yaptınız ama çalıştığınız şirketin ürün geliştirme ya da satın alma departmanı yetersiz...

Sonuç, siz de artık iyi bir endüstriyel tasarımcı değilsiniz...

Futboldan siyasete hayatın her alanında bu böyle...

Peki ama bu Türkiye’nin kaderi mi?

* * *

Asla...

Türkiye’de bugün hâlâ endüstri mühendisliği ve endüstriyel tasarımın önemini kavrayamayanlar var...

Ama aynı zamanda hem iyi bir takım oyunu kurup hem de bireysel yeteneklere sınırsız özgürlük alanı bırakan çok iyi örnekler de var...

Bu hafta en çarpıcısını Hasköy’de Eski Şapka Fabrikası’nda gördüm.

40 yaşın altında, gelecek vaat eden 40 Türk tasarımcı, 40 ürün sergiliyor. Sanatla sanayinin, mühendislikle tasarımın buluştuğu harika örnekler.

* * *

Bir kere Haliç manzaralı mekan başlı başına Türkiye’nin dönüşümünü anlatıyor.

Eski Şapka fabrikası dDf tarafından hem çok fonksiyonel bir ofise hem de çok yaratıcı bir sergi alanına dönüştürülmüş.

Yani artık orada makine gürültüsüyle şapka üretilmiyor.

Şapka dâhil her türlü yaratıcı fikir ve ürün geliştiriliyor.

En önemlisi sergilenen her ürün endüstriyel anlamda satışa hazır.

Sergi nisan sonuna kadar açık ola ki kaçırdınız, hiç merak etmeyin bir mağazada o ürünlerden biri bir gün mutlaka karşınıza çıkacak...

Murat Babadağ’ın “kaktüs vazosu” ya da “peynir tabağı” da ilginizi çekebilir...

Meriç Kara’nın “dijital mumluk” ya da “kek kalıbı” da...

Mesela ben Autoban’ın kuş kafesini andıran “Nest” koltuğuna bayıldım.

Serhan Gürkan’ın “aşk jenerasyonu tabureleri” ile Pınar Yar ve Tuğrul Gövşa’nın “mistik darbukası” arasında tereddütte kaldım...

Koray Malhan’ın “Ikaros” koltukları ve Mehmet Erciyes’in “Pili Sehpa”sı tam da estetikle işlevselliği birlikte arzulayanlar için...

Bu arada İETT’den sıkılanlar için Bülent Özkurt’un otobüs Zafer Uluçay’ın metro tasarımı can simidi...

* * *

Unutmadan söyleyeyim, serginin en önemli özelliği fantezi gibi görünen şeyleri gerçeğe dönüştürmüş olması.

Yani tüm ürünler şu anda üretimde...

Benim için tek eksik 1990’ların başında hayallerini Türkiye’de gerçekleştiremeyip yurt dışına gitmek zorunda kalan arkadaşım...

Bu yazı onun gibi yaratıcı arkadaşlar için...

Yazarın Tüm Yazıları