Paylaş
Dün görüştüğüm üst düzey bir bankacı anlatıyor.
Geçen hafta dünyanın önde gelen bankacılarının davetli olduğu uluslararası bir toplantıya katılmış.
60 bankacı davetliymiş.
Ancak 30'u katılabilmiş. Çünkü diğer otuzu ya bankalarını ya da işlerini kaybetmiş.
Durun daha bitmedi.
Davete icabet eden 30 bankacıdan 10'u da "Bu son toplantımız, veda etmek için geldik" demiş.
Avrupa'nın en büyük bankalarından birinin CEO'su resmen ağlamış: "Ben bu bankaya yıllar önce özelleştirme sırasında katıldım ve en tepe noktaya kadar çıktım. Oysa bugün aranızda tekrar devletleştirilmiş bir bankanın yöneticisi olarak bulunuyorum. Ne desem boş, sanırım bu son buluşmamız olacak!"
Avrupa ve Amerika'da çok büyük yanlışlıklara imza atan bankacıların ruh hali böyle. Fakat ben buna rağmen bir tek Avrupa ya da Amerikalı liderin çıkıp da kamuoyu önünde açıkça bankacıları suçladığını görmedim.
Oysa Başbakan Tayyip Erdoğan Amerika dönüşü ayağının tozuyla hedef tahtasına bankaları ve bankacıları koydu. Hızını alamadı vadesi gelen kredileri geri çağıran ya da daha yüksek faizle yeniden yapılandıran bankaları ülke ekonomisi için "tehdit" ilan etti.
Ne diyor Erdoğan, gelin alt alta sıralayalım:
1- Bir bankanın görevi kredi vermektir. Kalkıp da "Kredi vermiyorum, şu kadar faizle kredi veriyorum" gibi faizleri farklı bir şekilde yükseltme yoluna gitmeyi kesinlikle bu ülkenin ekonomisine bir tehdit olarak görüyorum.
2- Hadi bakalım finans sektöründe olanlar sermayenize biraz sermaye enjekte edin. Yurtdışında var bir şeyler biliyoruz, bir şey sorulmayacak, getirin paraları.
3- Hükümet kalkıp da herkesin boşalan kasasını dolduracak, böyle bir şey söz konusu değil. Finans sektöründe geçen yıl kâr 11.7 milyar dolardı. Bu yıl 11 milyar dolar. Bu rakamların üzerinde biraz düşünmemiz lazım.
4- Bir kriz var, ben bu krizi fırsata dönüştürürüm diye düşünen olursa kusura bakmasınlar kimseye krizi fırsata dönüştürme fırsatı vermeyiz.
Dilerseniz Başbakan'ın öfkesine rağmen soğukkanlılığımızı koruyup sondan başlayalım.
1- Bir haftadır neredeyse görüşmediğim bankacı kalmadı. Bırakın kamuoyuna yapılan açıklamaları özel sohbetlerde bile hiçbirinden bugüne kadar "Krizi fırsata dönüştürürüz" lafını duymadım. Çünkü hepsi belirsizlikten ve hükümetin beklentileri kötü yönetmiş olmasından dolayı çok tedirgin. Peki ama global krizin en yoğun hissedildiği eylül ayında, dilerseniz tam tarih vereyim 22 Eylül 2008, Başbakanlık Merkez
Bina'da kameraların karşısına geçip söze "Hiç kimsenin şüphesi olmasın" diye başlayan ve ardından hükümetin kararlılığını vurgulayıp "Bu krizi fırsata çevireceğiz" diyen kimdi?
Tahmin edebileceğiniz gibi Başbakan Erdoğan!
Ee şimdi ne oldu da aradan iki ay bile geçmeden Başbakan o lafı kullanan kendisi değilmiş gibi bankacılara "krizi fırsata çeviririz" lafını ağızlarına almadıkları halde aba altından sopa gösteriyor?
2- Peki ya şu "Boşalan kasaların doldurulması ve bankaların kârı" meselesi. Başbakan'a bu bilgileri ve bakış açısını kim veriyor bilmiyorum ama ülke ekonomisine yazık ediliyor. Çünkü her sektörden çıkabilecek üç-beş fırsatçıyı bahane edip, aktif büyüklüğü 680 milyar YTL'yi aşan finans sektörünü 2008'in 9 ayında 11 milyar YTL'lik kârından dolayı böylesine ucuz ve yanlış bir yaklaşımla hedef tahtasına oturtmak büyük haksızlık. Ne yani 100 binin üzerinde insanın istihdam edildiği 680 milyar YTL büyüklükte bir sektör 11 milyar YTL kâr etmeyecek mi?
Ayrıca Erdoğan'a rakamlar yanlış aktarılıyor. Bankacılık sektörünün geçen yıl toplam kârı 14.8 milyar YTL. Oysa Erdoğan 11.7 milyar dolar diyor ve dolar üzerinden geçen yılın tamamıyla bu yılın 9 aylık YTL rakamını karşılaştırıyor. Böyle bir karşılaştırma olmaz. Dolar üzerinden geçen yılın 9 ayı ile 2008'in 9 ayını karşılaştırdığınızda zaten sırf kur farkından bankaların kârlarının nasıl erimiş olduğunu net görürsünüz. Çünkü 2007 Eylül sonu kârı 10 milyar doları aşarken 2008 Eylül sonu kârı 7 milyar doların altında. Anlayacağınız ister dolar ister YTL bazında alın bankacılık sektörünün kârı geçen yıla oranla daha düşük. Bir de bunun üzerine global krizin esas son çeyrekte etkisini göstereceğini dikkate alın ve 2007-2008 kıyaslamasını ona göre bir daha yapın.
3- Gelelim şu "yurtdışındaki paralar ve sermaye enjektesine." Başbakan'ın tabiriyle "zulaları" bir süre önce Referans'ta manşet yapmıştık. O konuya tekrar girmeyeceğim. Fakat sermaye konusunda da Başbakan yanlış bilgilendiriliyor. BDDK Başkanı Tevfik Bilgin aylardır çok haklı olarak bas bas bağırıyor: "Türkiye'de bankacılık sektörünün gelişmiş ülkelerdeki gibi bir sermaye sorunu yok. Hatta bizim sermaye yeterlilik rasyomuz Avrupa bankalarının çok çok üstünde."
Anlayacağınız sorun ne zula ne de zulaların sermaye olarak enjekte edilmesi. Sermaye yeterliliği açısından Türk bankaları taş gibi. Sorun iç tasarruf yetersizliği ve dış sermaye kıtlığı. Böylece geliyoruz Erdoğan'ın bankacıları "tehdit" olarak nitelediği "kredilerin çağrılması" suçlamasına.
4- Başbakan şu basit gerçeği neden anlamıyor hakikaten anlayabilmiş değilim. Kafaları bulandırmaya gerek yok. A- Türk halkı yeterince tasarruf yapmıyor, dolayısıyla memleketin dış sermaye ihtiyacı var. B- Tasarruf yapanlar paralarını ortalama 2 ayın bile altında bir süreyle mevduatta tutuyor.
Şimdi bu durumda bankacılar ne yapsın?
Mevduat ortalamasının 2 ay olduğu bir ülkede bankalar 12 ya da 24 aylık krediyi hangi kaynakla verecek?
Eskiden olsa dünyada para çok, "Dışarıdan sendikasyon ve seküritizasyon yoluyla uzun vadeli kredi bulup versinler" derdik. Zaten kısa bir zaman öncesine kadar veriyorlardı. Peki ne oldu da düne kadar kredi verme yarışında olan bankalar şimdi vadesi gelmiş krediyi ya geri çağırıyorlar ya da daha yüksek bir faizle yeniden kredilendiriyorlar?
Cevap gayet açık: Artık bankalar yurtdışından hem daha pahalı hem de daha az kaynak bulabiliyorlar. Hiç uzağa gitmeye gerek yok. Sadece kasım ve aralık ayında bankaların yenilemeleri gereken sendikasyon miktarı 4.7 milyar dolar. Dün hem Garanti hem de Akbank yenilemesi gelen sendikasyon miktarını ve maliyetlerini açıkladı. Garanti 700 milyon dolarlık sendikasyonun üçte ikisini, sıkı durun iki sene önce libor artı 0.62'ye aldığı krediye bugün libor artı 2 faiz vermesine rağmen ancak bulabilmiş. Yani hem kredi miktarında azalma olmuş hem de libor artı maliyeti 3 kat artmış. Akbank ise benzer koşullarda 1.1 milyar dolarlık sendikasyonun ancak yarısını yenileyebilmiş. 2009'da işler daha da zorlaşacak.
Şimdi bu gerçekler ortadayken Başbakan'ın kalkıp bütün bankacılık sektörünü "fırsatçılık yapıyorsunuz, kredileri geri çağırıyorsunuz" diyerek ülke ekonomisi için tehdit ilan etmesinin makul ve anlaşılır bir yanı olabilir mi?
Erdoğan'ın maksadı üzüm yemekse çağırır BDDK Başkanı'nı rakamlara objektif bir gözle bakar, varsa yanlış yapan banka hesabını sorar.
2001 krizinde bankaların kullandırdığı kredi miktarı 30 milyar YTL'ydi. Oysa Başbakan'ın kredi vermiyorlar diye suçladığı şu günlerde bu rakam 330 milyar YTL. Dahası var. 2002'de mevduatın yüzde 37'si krediye dönerken bugün bu oran yüzde 87. Yani bankalar topladıkları mevduatın turşusunu kurmuyorlar.
Dış kredi hacminin azalması, maliyetlerin artması ve hükümetin içerde belirsizliği şu ana kadar kötü yönetmiş olmasına rağmen bulabildikleri oranda kredi vermeye devam ediyorlar. Görünen köy kılavuz istemez. Görüştüğüm tüm bankacılar "En iyi ihtimalle sendikasyonların yüzde 60'ı yenilenir" diyor.
Bu ortamda Başbakan olarak Erdoğan'a düşen IMF'yi iç politika malzemesi yapmak ya da bankacıları dövmek değil, bankacılık sektörü dahil ülkenin ihtiyacı olan yaklaşık 50 milyar dolarlık dış sermayeyi bulmak olmalı.
Tabii gerçekten maksadı üzüm yemekse!
Paylaş