BİR ödül töreni düşünün, ödülü veren kurumun başkanı “korkusundan” ev sahipliği yapması gereken törene gelememiş...
Bir ödül töreni düşünün, Woodrow Wilson adını taşıyor, törende ne Amerikalı bir siyasetçi, ne Amerika Büyükelçisi, ne de konsolosu var... Bir ödül töreni düşünün, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nu dış politikada gösterdiği “üstün performanstan” dolayı alkışlamak için Amerikalılar tarafından organize edilmiş, Davutoğlu kürsüde, üstün performans savunması yapıyor... Hak edilmiş bir ödül elinden kayıp gidiyor... Tek kelimeyle hüzünlü... * * * Amerika’nın en önemli düşünce kuruluşu Wilson Center eğer sizi dış politikada yaptıklarınızdan dolayı Amerika’nın Nobel Barış Ödülü’ne layık görmüşse ve İstanbul Four Seasons’ta görkemli bir tören düzenleniyorsa, o gün orada ne yaşanmasını beklersiniz... Haklı bir gurur, paylaşılan bir sevinç... Oysa Davutoğlu çıktı “gereksiz” de bulsa eksen tartışmalarına cevap verdi, ABD’de kendisiyle ilgili oluşan olumsuz algıyı kırmak için “Dünyanın temel güç merkezi ABD’dir” diye başlayan gönül almaya dönük cümleler kurdu... * * * İdeallerle reel politika arasında yaşadığı sıkışmaya rağmen konuşması bir bütün olarak her zamanki gibi gayet etkileyiciydi. Ama sorun konuşmasında değil, içine düştüğü durumda. Onun şahsında AK Parti ve Türk dış politikası inanılmaz bir reaksiyonla karşı karşıya. Ne kadar rahat görünmeye, işler yolunda görüntüsü vermeye çalışırsa çalışsın, Türkiye- Amerika ilişkileri İsrail faktöründen dolayı 1 Mart Tezkeresi’nden beter. Öyle ki Türkiye, Amerika ile ilişkilerinin kaderini, İsrail’deki fanatikler koalisyonunun düşüşüne bağlamış durumda. Sanki Netanyahu gitse yerine barışçıl bir hükümet gelecek! * * * Ben ne Akif Beki gibi Davutoğlu’nu kişiliği üzerinden eleştiriyorum ne de bazılarının iddia ettiği gibi Erdoğan ile arasında bir problem olduğunu düşünüyorum. Hadi bir adım daha atayım... “Aralarında bir problem olmadığını çok net biliyorum...” Davutoğlu’nun kimilerince “hayalperest” bulunan vizyonuyla da büyük sorunum yok. Türkiye’yi yeni dünya düzeninde bölgesel ve küresel bir güç yapma gayretinin nesi yanlış? Fakat sorun şu ki... “Bu yeni dünyanın temel güç merkezi ABD’dir” dedikten sonra Türkiye-ABD ilişkilerini 1 Mart’tan beter hale getirmesini ya da işlerin bu noktaya gelişini öngörüp engelleyememesini, daha da önemlisi Türk dış politikasının kaderini İsrail hükümetinin düşüşüne endekslemesini anlayamıyorum. * * * İran’da seçimlere hile karıştırdığı, muhalifleri acımasızca susturduğu halde ben şimdiye kadar Davutoğlu’ndan Ahmedinejad’a dönük bir eleştiri duymadım. Eğer mesele ilkesel politikaysa İran bu ilkenin neresinde? Ayrıca bırakın eleştiriyi, BM’de sırf İran’ı memnun etmek için Türkiye “temel güç merkezi ABD”ye kafa tuttu. Hem de İsrail’le tam cephe “savaşsız savaş” dönemine girmişken... Davutoğlu’nun ilkesel dış politikasına reel politikayı dışlamadığı ve akılcı olduğu müddetçe hiçbir itirazım yok. İsrail’in kanlı baskınının savunulacak yanı yok... Fakat Davutoğlu samimi olarak söylesin, gemi krizini Türkiye başından itibaren doğru yönetti mi? * * * Eğer “Yönettik” diyorsa tek bir sorum var... İsrail askerleri Mavi Marmara’ya baskın yapmadan bir gün önce Davutoğlu, Başbakan Erdoğan’la Latin Amerika’da var gücüyle İsrail’le ilişkileri yumuşatmak için Netanyahu görüşmesini müzakere etmiyor muydu? Peki, bu nasıl bir öngörüsüzlüktür ki iki ülke başbakanını bir araya getirmeye ikna ettiğiniz günün ertesinde iki ülke savaşın eşiğine geldi? Öngöremediniz, İHH’yi kontrol edemediniz ve kriz patladı... “Bu olay Türkiye’nin 11 Eylül’üdür” gibi neresinden bakarsanız bakın kendi kendimizi dolduruşa getirmekten öte anlamı olmayan bir açıklama yakıştı mı sizin zekânıza? * * * İsrail hükümeti ile tam cephe savaş pozisyonu, BM’de İran’ın hatırına ABD’yi karşınıza almışsınız, aynı günlerde Arap Birliği ne hikmetse İstanbul’da toplanmış, tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de Kudüs’le ilgili o hayli provokatif açıklamayı yapmışsınız... Bu arada Türkiye ve dostları İran’la diplomatik görüşmeleri Ahmedinejad’ın zaferi gibi sunan “o talihsiz” fotoğrafın şokunu henüz üzerinden atamamış... Tamam, Türkiye’nin ekseni kaymış falan değil ama bir şeylerin elinizden kayıp gittiği, kontrolünüzden çıktığı çok açık... Tıpkı hak ederek kazandığınız ödülün önceki gece elinizden kayıp gitmiş olması gibi...