Eyüp Can - Referans

Vakıf üniversiteleri nereye koşuyor

16 Ağustos 2008
Beykentli Betül Zambak kızgın. <br><br>Sabancı Üniversitesi’nden Ziya Kılıçkara müteşekkir.

Fatih Üniversitesi'nden Hüseyin Yiğit sitemkar.

Geçen hafta vakıf üniversiteleriyle ilgili önce "kolay yoldan para kazanmanın yolu" arkasından da ‘hangi üniversite ne zaman batar?' başlıklı iki yazı yazdım.


Yüzlerce okur mektubu aldım.


Kimi 2005-2006 YÖK verilerinden hareketle yayınladığım "ücret-harcama" tablosunun güncel olmayışına takılmış. Haklılar, keşke YÖK şu 2007-2008 verilerini yayınlasa da biz de oradan güncellenmiş son durumu aktarsak.


Yazının Devamını Oku

Hangi üniversite ne zaman batar

14 Ağustos 2008
Bir dokun bin ah işit.<br><br>‘Kolay yoldan para kazanmanın yeni yolu: vakıf üniversiteler’ başlıklı yazım üzerine yüzlerce mesaj aldım.

Meğer ne çok insan aynı dertten muzdaripmiş.


Fakat bir tanesi özellikle içimi acıttı.


YÖK’ün ‘ücret-harcama dengesi’ tablosunun en altında yer alan benim üniversite demeye dilimin varmadığı Beykent’ten yazan Emre şu satırlarla yansıtmış okulundaki çarpık durumu ve bunun sonuncunda gencecik bir öğrenci olarak kendi ruh halini.

‘Ben bir Beykent Üniversitesi öğrencisi, pardon müşterisi mi demeliyim tam bilemiyorum ama bugün yazmış olduğunuz  yazının duygularıma tercüman olduğunu ifade etmek isterim.Yazdıklarınız tamamıyla doğru. Maalesef benim de okumuş olmakta olduğum bu okul sadece ticari amaç güden bir işletme. Aslında  almış olduğum eğitimin kalitesi buna değse inanın içim yanmaz  ama maalesef değil. 

Her şey bir yana size komik bir şey de söylemek isterim. Okulumuzun çok değerli akademisyenleri  nedense Beykent’in Türkiye’nin en iyi üniversiteleri arasında olduğunu iddia ediyorlar. Nedenini hala anlamış değilim!

Keşke okulda kişi başına düşen bilgisayar sayısını , internet hızını, laboratuar sayısını kantindeki yemek fiyatlarını da yazabilseydiniz.Tabi yazının konusu bu değil. Ama inşallah bir gün bunları da yazarsınız. Çünkü Türkiye’de Beykent gibi üniversitelerin sayısının birden çok olduğunu bilmek, bu yaşımda geleceğe karamsar bakmama yetiyor...’

Yazının Devamını Oku

Kolay yoldan para kazanmanın yeni yolu

12 Ağustos 2008
Koç ve Sabancı üniversite işine niye girdi? <br><br>Para kazanmak için mi?

Hayır.


Peki üniversiteler para kazanmasın mı?


Elbette kazansın fakat bugün bir çok vakıf üniversitesinin yaptığı gibi kolay yoldan ve öğrencinin sırtından değil!


Dünyanın en iyi vakıf üniversitelerinden Harvard’ın toplam gelirleri içinde öğrenci ücretleri %10 civarındadır. Çünkü vakfın bir yanda her yıl topladığı 3 milyar doları bulan bağışlar, diğer yanda özel sektörle yürüttüğü projelerden kazandığı para ve en önemlisi 30 milyar doları bulan ana varlık fonunun getirisi var.


Yazının Devamını Oku

Görüşler farklı uyarı aynı

7 Ağustos 2008
"Askeri darbe, yargı darbesi, siyasi darbe" derken esas darbeyi unuttuk. Tamam uzun bir süredir yakamızdan düşmeyen siyasi belirsizlik geçen hafta AKP'ye verilen hazine yardımlarının kesilmesi cezasıyla sona erdi.

Peki ya ekonomik belirsizlik?

Maalesef hem küresel hem de ulusal anlamda ekonomi çift yönlü bıçak sırtında.

Daha da vahimi şimdiye kadar büyüme ile enflasyon arasında sıkışan ekonomi son veriler ışığında iki cephede birden mağlup olmuşa benziyor. Yıllar sonra enflasyon çift haneli.

Buna karşılık büyüme rakamları ise hiç iç açıcı değil.

Elbette bu çift taraflı darbenin enerji-emtia ve gıda fiyatlarındaki hızlı artıştan dolayı bir açıklaması var.

Fakat sonuç değişmiyor. Finans piyasalarıyla birlikte reel sektör de ekonomik anlamda darbe üstüne darbe yiyor.

Tamam sorun sadece Türkiye ile sınırlı değil, iyi ama AKP iktidara geldiğinden bu yana beş yıl arka arkaya yakalanan büyüleyici büyüme rakamları ve tek haneli enflasyon da tek başına Türkiye kaynaklı değildi.

Ama 5 yıllık başarılı performansın kredisi bence çok haklı olarak AKP hükümetine verildi.

Peki şimdi içerde ve dışarıda işler kötüye giderken faturayı sadece dış konjonktüre mi keseceğiz? Yok mu AKP Hükümeti'nin bir
kabahati?

Parti kapatılmadığı için artık açık açık konuşabiliriz. Bence saymakla bitmez. Fakat en önemli kabahat, AKP iktidarı temelleri 2002'de
Kemal Derviş tarafından atılan miadı 2005 yılında dolan Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı'nın üzerine yeni bir ekonomik program koyamadı.

Derviş adı üstünde kriz sonrası 3 yıllık bir "geçiş programı" hazırladı.

Allah'ı var AKP Hükümeti üç yıl boyunca bu programı IMF eşliğinde makro ekonomik reformlarla destekleyerek başarıyla uyguladı.
Fakat iktidar dünyada yaşanan likidite bolluğunun hep aynı şekilde süreceği hayaline kapılıp bir türlü kendi damgasını vuracağı bir ekonomik program hazırlamadı.

2006 ve 2007 yılı uluslararası konjonktür lehimizeyken günü kurtarmanın ötesine geçmeyen ekonomi politikalarıyla berhava edildi. Derken arka arkaya yaşanan siyasi krizlerle 2008'in ortasına geldik.

Açıkçası yeni ekonomi politikaları üretmek konusunda işimiz düne göre çok daha zor. Fakat imkansız değil.

Faiz-döviz aksında bıçak kemiğe dayanmış bile olsa tek başına faiz-döviz eksenli tartışmalarla bir yere varamayız.

Hükümetin her şeyden önce ekonominin belkemiğini oluşturan güven ortamını yeniden sağlamak adına somut adımlar atması gerekiyor.

Siyasi kutuplaşmanın ülkeyi nereye götürdüğü ortada.

Hükümet hiç değilse rasyonel davranma kapasitesi daha yüksek ekonominin aktörleri ile bir araya gelse. Kısa-orta ve uzun vadede neler yapılabileceğini siyasi ya da kişisel beklentileri aşarak konuşabilse...

Siyaset üzerinden sağlayamadığı toplumsal konsensüsü tıpkı 1. AKP iktidarının ilk yıllarında olduğu gibi ekonomi üzerinden denese. Çek vadelerinin 30 aya kadar çıktığı bir ortamda, enflasyonu daha fazla azdırmadan iç piyasanın açılması ve büyümenin yaratıcı formüllerini
arasa...

İnanın ülkenin hem siyasi hem de ekonomik iklimi değişir.

Değilse perakende sektörünün duayenlerinden Abdullah Kiğılı'nın dediği gibi "2009'da birçok şirketin ağır darbeler yiyerek kapasite azaltması kaçınılmaz."

"İhracata dayalı büyüme politikası" mevcut para politikası yüzünden kırılan rekorlara rağmen iflas etmeye mahkum.
Bu arada "iç piyasada yaprak kımıldamıyor lafı" giderek bir metafor olmaktan çıkıyor. Sanayi Bakanı Zafer Çağlayan'ın yaptırdığı bir çalışmaya göre Türkiye'de bakkaldan holdinge 2 milyona yakın şirket varmış.

Sıkı durun, tüm bu şirketlerin toplam cirosunun sadece yüzde 7'si ihracattan, yüzde 93'ü ise iç piyasadan geliyormuş.      

Dedim ya özellikle iç piyasada bıçak kemiğe dayandı.

Hükümetin ekonomide acil bir eylem planı hazırlaması kaçınılmaz.

Minik bir katkı olması sadedinden iç tüketimin artırılması bağlamında farklı kesimlerden 5 ayrı görüşü tartışılması dileğiyle ilgilenenlerin dikkatine sunuyorum.
 
Nurettin Özdebir / Ankara Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı

Uzun süren siyasi belirsizlikler bize çok kan kaybettirdi bu iç tüketime de yansıdı. Çok hızlı bir biçimde bankacılık sektörü başta küçük üreticiler olmak üzere finansman desteğini artırmalı. Sanayi Bakanımız piyasada yaşanan nakit sıkışıklığının bir ölçüde giderilmesi için imalatçı esnaf ve sanatkara yönelik sıfır faizli bir kredi desteği programı başlattı. Bunu eksik bırakırsanız sadece yaraya merhem sürmüş olursunuz, daha uzun soluklu planlar yapılmalı. İstihdamın üzerindeki yükler kaldırılmalı, finansman sorunu nefes aldıracak şekilde çözülmeli. Tüketiciler de sorunlu, çok fazla kredi çektiler bankalardan. Artık gündem ekonomi olmalı, insanlara moral verecek çalışmalar yapılmalı..
 
Doç Dr. Gökhan Karabulut / İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi

İç tüketimin artması için talep genişletici politikalar yaratılmalı. Vergi indirimleri ve maaş artışları söz konusu olmalı. Kamunun kendisi de geniş alımlara gidebilir. Bu konu aslında tamamen paylaşımla ilgili. GSMH iç tüketime yönelik artacaksa ücretli kesimin daha fazla pay alması gerekir. GSMH iç tüketim değil de verimlilik yoluyla artırılmak istenirse çalışan kesim baskılanır, özel sektör daha rahat bir durum yakalar. İkisi arasındaki fark aslında "enflasyon mu, işsizlik mi?" sorusuna indirgenebilir. İç tüketim enflasyonu, verimlilik de işsizliği tetikler. Tabii ki sosyal anlamda hayata olumlu yansıyacak ve insanları mutlu edece olan yolu seçmek gerekir.
 
Prof . Dr. Kaya ARDIÇ /İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi

İç tüketimi artırıcı politikalar yerine enflasyon oranımızı korumak ve daha da düşürmek için çalışmalıyız. Enflasyonun düşürülmesi için çok bedeller ödedik. Hükümet de bu konuda belirli, tutarlı ve özgün bir program oluşturamadı. Tabii uzun süren siyasi belirsizliğin de etkisi var bunda. Ama iç tüketimi artırmak çok kolaydır, ÖTV'yi KDV'yi azaltırsınız, memura yüzde 2 gibi komik rakamlar yerine yüzde 10 verirsiniz, kredileri artırırsınız, iç tüketim patlar. Ama o zaman enflasyonun düşürülmesi için yıllardır verdiğimiz mücadeleyi çöpe atarsınız. 2001'den sonra hem enflasyon düşmüştü hem de iç tüketim artmıştı ama bu dünyanın o dönemki genel konjonktürü yüzünden oldu. Uluslararası finans çevrelerinin risk iştahı şimdi çok az seviyede. Yani bir yandan iç tüketim artsın bir yandan enflasyon düşsün derseniz olmaz. Bence büyüme için özveriye devam etmeliyiz.
 
Masum Türker / Eski Ekonomi Bakanı

İç tüketimi artıracak çalışmalar yapılmalıdır ancak bu kredileri politikası ile değil gelir politikası ile yapılmalıdır. İşçiye memura vereceğiniz zamlar enflasyon üzerinde olmalıdır. Çiftçiye vereceğiniz kredilerde bekleme olmamalıdır. Bu süreç sadece tüketimi artırmaz üretimi de artırır, stokları da artırır. Ancak bu politikada ithalatı kontrol edecek ciddi bir çalışma yapmazsanız enflasyonun artmasına engel olmak zor olur. Aslında tüketimin artmasında hedef ulusal üretimin de artması olmalıdır. Kur faiz dengesini de gözden geçirmek gerek. Bu dengede hazinenin borçlanma gereksinimini azaltarak baskılanan döviz kurunun reel değere ulaşmasını sağlamakla olur. Bu durumda hem enflasyon artmaz hem de büyüme sağlanır.
 
Abdullah Kiğılı / Kiğılı Giyim

İç tüketimi artırmak bugünün ekonomisinde çok zor. Her geçen gün tüketiciler daha da zor duruma düşüyor, gelirleri artmıyor. Yakın zamanda elektrik ve diğer enerji alanında büyük zamlar da eklenince iç tüketimin artması hayal oldu. Evet, enflasyon düştü ama iç tüketim gittikçe azalıyor. Ve hükümet ciddi bir planlama yapmazsa bu böyle gideceğe benziyor. 2009 yılında piyasada ciddi sarsıntılar bekliyoruz. Sonumuz hiç de iyi görünmüyor. 2009'da birçok şirketin ağır darbeler yiyerek kapasite azaltacağını düşünüyorum. Asında durumu siyasal iktidar daha iyi biliyor, ama ciddi kararlar alma konusunda çok geri bir durum var. Cumhurbaşkanlığı seçimi, kapatma davası, Ergenekon Soruşturması derken iyice dibe vurduk. Büyüme hızımız da düştü. Enflasyon hedefinin tutması zaten mümkün değil. İnsanların geliri artmazsa ülke ekonomisi gerilemeden kurtulamaz.
Yazının Devamını Oku

Haşim Bey haklı çıktınız

31 Temmuz 2008
"Eyüp Bey inanın çıkacak karar ne olursa olsun, göreceksiniz hem demokrasimiz hem laikliğimiz hem de hukukumuz bu süreçten çok daha güçlenmiş olarak çıkacak. Ve yine inanın bu söylediğim temenni değil."

Tam 2.5 ay önce Ankara'da makam odasında Ankara Temsilcimiz Erdal Sağlam'la birlikte görüştüğüm Anayasa Mahkemesi Başkanı
Haşim Kılıç aynen böyle söylemişti.

Nitekim kendisiyle yaptığım "off the record" sohbetten sadece bu bölümü 20 Mayıs'ta köşeme taşıdım.

Ertesi gün kıyamet koptu.

Yazının Devamını Oku

Baykal’dan YAŞ yorumu

30 Temmuz 2008
Başbakan Tayyip Erdoğan dün bir gazetecinin, “Yeni Genelkurmay Başkanını, Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantısı öncesi atama fikriniz var mı?” sorusuna, “Arkadaşlar, böyle hassas şeyleri sormayın” karşılığını vermiş.

Ben YAŞ’a ilişkin benzer bir soruyu pazar akşamı bir nikah töreninde karşılaştığım CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’a sordum.

Dün Baykal’ın Erdoğan ve kapatma davasını gece mesailerine kalarak görüşen Anayasa Mahkemesi’ne ilişkin kritik mesajlarını yazdım.

Bugün dilerseniz karar sonrası oluşabilecek senaryolar ve bu süreçle en azından zamanlama açısından çok ilişkili görünen Yüksek Askeri Şura toplantısıyla ilgili Baykal’ın ne düşündüğünü aktarayım.

YAŞ toplantılarını kritik hale getiren şey takvim.

Çünkü her yıl Ağustos ayının ilk haftası başlayan YAŞ toplantıları, eğer Anayasa Mahkemesi muhtemel kapatma kararını 1 Ağustos Cuma gününe kadar karar verirse--ki Deniz Baykal’a göre jet hızıyla ilerleyen kararın bu hafta sonuna kadar çıkma ihtimali çok yüksek-- 4 Ağustos’ta başlayacak YAŞ toplantılarını da büyük bir belirsizliğin içine sokacak.

Başbakan Erdoğan’ın siyasi yasaklı olması durumunda yeni komuta kademesini belirleyecek YAŞ toplantılarının ve orada alınacak kararların bu süreçten nasıl etkileneceği ciddi merak konusu.

Zaten gazeteci arkadaşımızda çok yerinde bir soruyla bu yüzden Erdoğan’a “Yeni Genelkurmay Başkanını, YAŞ toplantısı öncesi atama fikriniz var mı?” diye soruyor.

Bir anlamda önümüzdeki günlerde oluşabilecek siyasi belirsizliğe TSK’da yaşanabilecek bir belirsizliğin eklenip eklenmeyeceğini merak ediyor.

Yazının Devamını Oku

Deniz Baykal'dan Anayasa Mahkemesi'ne çifte mesaj

29 Temmuz 2008
Anayasa Mahkemesi AKP'nin kapatılması istemiyle açılan davayı dün görüşmeye başladı. Karar muhtemelen bu hafta sonuna kadar çıkacak.

Nefesler tutuldu, şimdi herkes kararın ne şekilde çıkacağını merak ediyor.

Benim kafam çok net.

Fakat kendi fikrimi aktarmadan önce size pazar akşamı yakın bir arkadaşımın nikah töreninde tesadüfen aynı masada bir araya geldiğim
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'la yaptığımız sohbeti aktarmak istiyorum.

Yazının Devamını Oku

Masallar ve gerçekler

25 Temmuz 2008
Ben ‘Cüneyt Türktan’ın eksik çığlığı’ başlıklı yazımla ilgili Avea Genel Müdürü Türktan’dan bir açıklama beklerken cevap Türk Telekom Pazarlama ve İletişim Başkanı Erem Demircan’dan geldi.

Meğer telekomünikasyon sektörünün bugün içinde bulunduğu çarpık durum ve TTNET’in tekel olmasına ilişkin eleştirel yazım Diyarbakır’da sabah kahvaltısında ciğer yiyen sevgili Demircan’a zor anlar yaşatmış.

‘Yazını okuyunca o güzelim ciğer boğazımda düğümlendi’ dedi gülerek.

Arkasından ‘çocuğun var mı?’ diye sordu.

Bir kızım var’ deyince ‘benim de var şu sıralar ona muhteşem bir masal koleksiyonu aldım sürekli onu okuyoruz.’ dedi.

Meğer Walt Disney, Pamuk Prenses dahil bildiğimiz tüm iyi-kötü denklemi üzerine kurulu çocuk masallarını ‘bu hikayeyi bir de masalın kötü kalpli karakterlerinin ağzından dinleyin’ diyerek tam tersi bir bakış açısıyla bir araya getirmiş.

Bu kez üvey annenin pamuk prensese yaptığı eziyetler yerini pamuk prensesin üvey anneye çektirdiklerine bırakıyormuş.

Böylece çocuklar severek okudukları masalların ve kahramanlarının bir de öteki yüzü olabileceği gerçeği ile karşı karşıya kalıyormuş.

Demircan

Yazının Devamını Oku