Fatih Üniversitesi'nden Hüseyin Yiğit sitemkar.
Geçen hafta vakıf üniversiteleriyle ilgili önce "kolay yoldan para kazanmanın yolu" arkasından da ‘hangi üniversite ne zaman batar?' başlıklı iki yazı yazdım.
Yüzlerce okur mektubu aldım.
Kimi 2005-2006 YÖK verilerinden hareketle yayınladığım "ücret-harcama" tablosunun güncel olmayışına takılmış. Haklılar, keşke YÖK şu 2007-2008 verilerini yayınlasa da biz de oradan güncellenmiş son durumu aktarsak.
Meğer ne çok insan aynı dertten muzdaripmiş.
Fakat bir tanesi özellikle içimi acıttı.
YÖK’ün ‘ücret-harcama dengesi’ tablosunun en altında yer alan benim üniversite demeye dilimin varmadığı Beykent’ten yazan Emre şu satırlarla yansıtmış okulundaki çarpık durumu ve bunun sonuncunda gencecik bir öğrenci olarak kendi ruh halini.
‘Ben bir Beykent Üniversitesi öğrencisi, pardon müşterisi mi demeliyim tam bilemiyorum ama bugün yazmış olduğunuz yazının duygularıma tercüman olduğunu ifade etmek isterim.Yazdıklarınız tamamıyla doğru. Maalesef benim de okumuş olmakta olduğum bu okul sadece ticari amaç güden bir işletme. Aslında almış olduğum eğitimin kalitesi buna değse inanın içim yanmaz ama maalesef değil.
Her şey bir yana size komik bir şey de söylemek isterim. Okulumuzun çok değerli akademisyenleri nedense Beykent’in Türkiye’nin en iyi üniversiteleri arasında olduğunu iddia ediyorlar. Nedenini hala anlamış değilim!
Keşke okulda kişi başına düşen bilgisayar sayısını , internet hızını, laboratuar sayısını kantindeki yemek fiyatlarını da yazabilseydiniz.Tabi yazının konusu bu değil. Ama inşallah bir gün bunları da yazarsınız. Çünkü Türkiye’de Beykent gibi üniversitelerin sayısının birden çok olduğunu bilmek, bu yaşımda geleceğe karamsar bakmama yetiyor...’
Hayır.
Peki üniversiteler para kazanmasın mı?
Elbette kazansın fakat bugün bir çok vakıf üniversitesinin yaptığı gibi kolay yoldan ve öğrencinin sırtından değil!
Dünyanın en iyi vakıf üniversitelerinden Harvard’ın toplam gelirleri içinde öğrenci ücretleri %10 civarındadır. Çünkü vakfın bir yanda her yıl topladığı 3 milyar doları bulan bağışlar, diğer yanda özel sektörle yürüttüğü projelerden kazandığı para ve en önemlisi 30 milyar doları bulan ana varlık fonunun getirisi var.
Tam 2.5 ay önce Ankara'da makam odasında Ankara Temsilcimiz Erdal Sağlam'la birlikte görüştüğüm Anayasa Mahkemesi Başkanı
Haşim Kılıç aynen böyle söylemişti.
Nitekim kendisiyle yaptığım "off the record" sohbetten sadece bu bölümü 20 Mayıs'ta köşeme taşıdım.
Ertesi gün kıyamet koptu.
Ben YAŞ’a ilişkin benzer bir soruyu pazar akşamı bir nikah töreninde karşılaştığım CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’a sordum.
Dün Baykal’ın Erdoğan ve kapatma davasını gece mesailerine kalarak görüşen Anayasa Mahkemesi’ne ilişkin kritik mesajlarını yazdım.
Bugün dilerseniz karar sonrası oluşabilecek senaryolar ve bu süreçle en azından zamanlama açısından çok ilişkili görünen Yüksek Askeri Şura toplantısıyla ilgili Baykal’ın ne düşündüğünü aktarayım.
YAŞ toplantılarını kritik hale getiren şey takvim.
Çünkü her yıl Ağustos ayının ilk haftası başlayan YAŞ toplantıları, eğer Anayasa Mahkemesi muhtemel kapatma kararını 1 Ağustos Cuma gününe kadar karar verirse--ki Deniz Baykal’a göre jet hızıyla ilerleyen kararın bu hafta sonuna kadar çıkma ihtimali çok yüksek-- 4 Ağustos’ta başlayacak YAŞ toplantılarını da büyük bir belirsizliğin içine sokacak.
Başbakan Erdoğan’ın siyasi yasaklı olması durumunda yeni komuta kademesini belirleyecek YAŞ toplantılarının ve orada alınacak kararların bu süreçten nasıl etkileneceği ciddi merak konusu.
Zaten gazeteci arkadaşımızda çok yerinde bir soruyla bu yüzden Erdoğan’a “Yeni Genelkurmay Başkanını, YAŞ toplantısı öncesi atama fikriniz var mı?” diye soruyor.
Bir anlamda önümüzdeki günlerde oluşabilecek siyasi belirsizliğe TSK’da yaşanabilecek bir belirsizliğin eklenip eklenmeyeceğini merak ediyor.
Nefesler tutuldu, şimdi herkes kararın ne şekilde çıkacağını merak ediyor.
Benim kafam çok net.
Fakat kendi fikrimi aktarmadan önce size pazar akşamı yakın bir arkadaşımın nikah töreninde tesadüfen aynı masada bir araya geldiğim
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'la yaptığımız sohbeti aktarmak istiyorum.
Meğer telekomünikasyon sektörünün bugün içinde bulunduğu çarpık durum ve TTNET’in tekel olmasına ilişkin eleştirel yazım Diyarbakır’da sabah kahvaltısında ciğer yiyen sevgili Demircan’a zor anlar yaşatmış.
‘Yazını okuyunca o güzelim ciğer boğazımda düğümlendi’ dedi gülerek.
Arkasından ‘çocuğun var mı?’ diye sordu.
‘Bir kızım var’ deyince ‘benim de var şu sıralar ona muhteşem bir masal koleksiyonu aldım sürekli onu okuyoruz.’ dedi.
Meğer Walt Disney, Pamuk Prenses dahil bildiğimiz tüm iyi-kötü denklemi üzerine kurulu çocuk masallarını ‘bu hikayeyi bir de masalın kötü kalpli karakterlerinin ağzından dinleyin’ diyerek tam tersi bir bakış açısıyla bir araya getirmiş.
Bu kez üvey annenin pamuk prensese yaptığı eziyetler yerini pamuk prensesin üvey anneye çektirdiklerine bırakıyormuş.
Böylece çocuklar severek okudukları masalların ve kahramanlarının bir de öteki yüzü olabileceği gerçeği ile karşı karşıya kalıyormuş.
Demircan