O gün ilk defa, bir an için de olsa eşini, oğullarını, gelinleri ve torunlarnı bir daha hiç göremeyeceğini düşündü; ölümün soğuk nefesini ensesinde hissetti. Tüm bu yaşadıklarını ama özellikle de o günü yazmayı denedi.
Yapabilecek miydi? Emin değildi.
Ama yine de denedi.
Türk Musevi Cemaati Onursal Başkanı Bensiyon Pinto, Doğan Kitap’tan çıkan "Anlatmasam Olmazdı" isimli anı kitabında 15 Kasım 2003’ü; yani o meşum günü kelimelere şöyle döküverdi:
"O gün, bir insan olarak Allah’tan utandım..."
Durun hemen yargılamayın, "bir cemaat önderi nasıl olur da Allah’tan utanır?" demeyin.
Gelin "o gün bir cehennem miydi, kabus muydu, isyan mıydı? Yoksa sadece geriye cevabı olmayan bir soru daha bırkan bir olay mı? Bunu bilmek mümkün değil" deme yürekliliğini gösteren ve o günü öncesi ve sonrasıya, büyük bir cesaretle kaleme alan Pinto’ya kulak verin.
***
Önceki gün Genelkurmay Karargâhı'nda 4 saati bulan "medya ile diyalog" toplantısından sonra şunu gönül rahatlığı ile söyleyebilirim:
Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ ne kimilerinin lanse etmeye çalıştığı gibi "şahin" ne de "güvercin."
O, bir denge adamı.
Amerikalı ünlü siyaset bilimci Joseph Nye 11 Eylül sonrası Bush hükümetinin Afganistan ve Irak'ı işgali üzerine Soft Power (Yumuşak Güç) başlıklı çok çarpıcı bir kitap yazmıştı.
Hiç beklemediğim bir biçimde ‘Cumhuriyetçi Parti’nin adayı McCain’ dedi.
Gerekçesini ise şöyle açıkladı.
‘Normal şartlarda Demokratların kazanmasını tercih ederdik. Fakat hem Obama’nın dış politika deneyimsizliği ve Türkiye hakkında pek bilgi sahibi olmaması hem de yardımcısı Biden’ın geleneksel Türkiye karşıtı lobilerle içli dışlı olması bizi Türkiye’yi yakından tanıyan McCain’e yaklaştırıyor.’
Doğrusu şaşırdım.
Her ne kadar McCain klasik bir cumhuriyetçi olmasa da dünyaya özellikle de bölgemize güvenlik penceresinden bakan Amerika’nın askeri gücünü önceleyen bir siyasetçi. ‘Soft Power (yumuşak güç)’ kitabının yazarı Josep Nye’ın kavramsallaştırmasıyla silahlı güce tapan bir şahin yani ‘hard power’cı.
Bush’un Irak’ta işleri berbat ettiğini kabul etmekle birlikte ne Afganistan ne de Irak’tan çıkmaya niyetli.
Dahası Rusya konusunda Bush’dan daha şahin.
Gürcistan’da yaşanan çatışmanın en sıcak günlerinde hiçbir resmi sıfatı olmayan karısını Sakaşvili’yi ziyarete gönderecek kadar fütursuz.
Tarifi zor kelimeler vardır.
Fransızca ‘önceden görmek’ fiilinin geçmiş zaman çekiminden türetilmiş ‘dejavu’ onlardan biri.
Tarifi zor insanlar vardır.
TOKİ Başkanı sıfatıyla yaptığı icraatlardan dolayı bana son bir haftadır yoğun bir dejavu duygusu yaşatan Erdoğan Bayraktar gibi.
Meğer o da daha çocuk yaşta babası Zülfikar Butto’dan öğrenmiş.
Bir hafta kadar önce Hindistan’a savaş açmaktan söz eden babasının Hindistan’dan gelen üst düzey heyetle kırk yıllık dost gibi konuşması karşısında şaşıran Benazir’e babası kulağına küpe olacak şu nasihati yapmış.
‘Devletler arası ilişkilerde ezeli dostluk ve ebedi düşmanlık yoktur, sadece ulusal çıkarlar vardır.’
Uluslararası ilişkilerde reel-politik yaklaşımın düsturu haline gelen bu söz Rusya’nın Gürcistan’ı fiilen üçe bölen kararından sonra çok daha anlamlı hale geldi.
Soğuk savaş sonrası Kafkaslarda Rusya’yı dostça köşeye sıkıştıran Amerika şimdi soğuk savaş dönemi bir üslupla Rusya tarafından köşeye sıkıştırılıyor.
Hem de ulus devlet modelinin bence en tartışmalı ve en iki yüzlü yaklaşımı ile.
Bakmayın siz NATO, AB ve ABD’nin gürlediğine.
Rusya Güney Osetya ve Abhazya kararını bu noktadan sonra çok zor geri çeker.
Çünkü işi gerçekten de zor.
Aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse bıyık.
"Türkiye’nin doğru dürüst bir sanayi envanteri yok" diye yıllarca Ankara Sanayi Odası Başkanı olarak başta sanayi bakanlığı olmak üzere herkesi şikayet etti, geldi sanayi bakanlığı koltuğuna oturdu hâlâ ortada bir sanayi envanteri yok.
Ne yapsın şimdi, oturup kendi kendisini mi eleştirsin?
Ya da Başbakan Tayyip Erdoğan gibi oturduğu koltuğun ağırlığını unutup tüm sorumluluğu bürokrasiye mi yüklesin?
Hadi envanterden vazgeçtim onu zamana yayarak çözme şansı var peki ya sanayicinin belini büken elektrik zamları.
İşte o noktada Çağlayan’ın işi gerçekten zor. Çünkü hem bir sanayici hem de oda başkanı olarak yıllarca elektrik zamlarından şikayet edip durdu.
Hatta zamanında Başbakan
Müşerref baskılar karşısında önceki gün koltuğunu bırakmak zorunda kaldığından beri hem Türkiye’de hem de dünya basınında sıklıkla sorulan bu soruyu Salı günü olağanüstü NATO toplantısına katılmak için Brüksel’e uçan Dışişleri Bakanı Ali Babacan’a sordum.
Babacan gayrı ihtiyari gülümseyerek cevap verdi: ‘Bu haberler nerden çıkıyor bilmiyorum ama bize yapılmış resmi bir müracaat yok. Ayrıca Pakistan'da Müşerref'in görevinden ayrılış şekli itibariyle ülkeyi terk etmesini gerektiren bir durum görmüyorum.’
‘Hem güvenlik hem de siyasi türbülanstan dolayı kalması zor olabilir, olur da Türkiye’ye gelmek isterse tavrınız ne olacak?’ diye üsteliyorum.
Son dönem Pakistan’da yaşanan türbülansı çok yakından takip eden ve taraflar arasında Türkiye adına bir çeşit arabuluculuk yapmış olan Babacan pek ihtimal vermiyor.
Fakat olur da gelirse ‘Ne yapacağız diye düşünmeyiz. Müşerref Türkiye'ye gelir, gider, tekrar Pakistan'a döner...’ diyerek kapıyı aralık bırakıyor.
Aslında doğru soru “Bush, İran’ı vuracak mı?” olmalı.
Çünkü kasımda Amerika’da seçim var.
Ya Cumhuriyetçiler'in adayı McCain ya da Demokrat Obama yeni başkan olarak ipi göğüsleyecek. Bu yüzden genel kanı “Bush giderayak İran’ı vurmaz” yönündeydi.
Fakat Amerika’dan gelen sinyaller hiç de öyle değil.
Başkan Yardımcısı Dick Chaney önderliğindeki neocon’ların İran’ın vurulması konusunda yanıp tutuştukları artık bir sır değil.
Fakat son dönemde Amerika'nın dış politikasına Bush üzerinden damgasını vuran siyasetçi Dışişleri Bakanı Rice.
Rice’ın da Chaney ve ekibinden farklı olarak İran’la her şeye rağmen diplomasinin sınırlarını zorlamayı tercih ettiği biliniyor.
Nitekim bu yüzden BM Güvenlik Konseyi’nin beş üyesi artı Almanya’nın geliştirdiği önerilere Rice destek verdi.