Eyüp Can - Referans

Dünyanın 2. büyük barosunda kaç vergi uzmanı var?

8 Ocak 2008
Geçen hafta uluslararası bir denetleme şirketinin üst düzey yöneticisi ile sohbet ediyoruz. Bir ara nitelikli eleman bulmak konusunda yaşadıkları sıkıntıyı paylaştı.

Sonra birden durdu ve şu çarpıcı soruyu sordu.

‘İstanbul Barosu dünyanın ikinci büyük barosuyum diye övünüp durur. Peki Allah aşkına bir tahminde bulunun. 23 bin üyeli Türkiye’nin en büyük, dünyanın ikinci büyük barosuna kayıtlı kaç vergi hukukçusu vardır?’

Hiç tereddüt etmeden ‘rakamı bilmiyorum ama yeterli değildir’ dedim.

Israrla ben dahil masada bulunan herkesten tahminde bulunmamızı istedi.

50 diyen de oldu 150 diyen de.

Hukukçu olmasam da hukuk fakültelerinde ekonomi biliminin genelde ıskalandığını, vergi hukukunun ise yüzeysel birkaç ders dışında maliyecilere havale edildiğini biliyorum.

Bu yüzden ‘iki elin parmaklarını geçmez herhalde’ dedim.

Ayrıca neden bu kadar cimri bir tahmin yaptığımı da şu örnekle izah ettim.

Yazının Devamını Oku

Salsa yapan vergi uzmanları

5 Ocak 2008
Onlara ‘Big4’ yani ‘4 Büyükler’ deniliyor.

Kıran kırana rekabet ediyorlar.

Ciddi transferlere imza atıyorlar.

Önemli oyuncularını kaptırmamak için daha baştan çok katı kurallar koyuyorlar.

Tıpkı Türk futbolunun 4 Büyükleri, Fenerbahçe-Galatasaray-Beşiktaş-Trabzon gibi.

Fakat onlar süper ligin değil dünya vergi liginin 4 Büyüğü.

PricewaterhouseCoopers, Ernst&Young, Deloitte, KPMG.

Dünyanın neresinde ciddi bir satın alma işlemi varsa onlar orada.

Şirketinizin denetlenmesi ya da değerlendirilmesi mi gerekiyor mutlaka biri devrede.

Yazının Devamını Oku

Taha Akyol’un değişimi

1 Ocak 2008
Soru şu: Çeyrek yüzyılda ne kadar değiştim?<br><br>Soruyu soran sevgili Taha Akyol.

Benim için bu soru şu sıralar iki açıdan çok önemli.

Birincisi, hemen herkes yeni bir yıla girmenin heyecanıyla kendi hayatında 2007’nin bilançosunu çıkarıyor. Taha Akyol üşenmemiş bundan tam 25 yıl önce yayımladığı Tarihten Geleceğe kitabını Truva Yayınları’ndan yeniden yayımlamış.

Bir anlamda 2007’nin sonunda kendi yaşamının çeyrek asırlık bilançosunu çıkarmış. 

İkincisi bana gönderdiği kopyanın üzerine düştüğü şu kısacık notta gizli:

"Çeyrek asır önce yazdıklarımla yüzleşmek istedim. Ne kadar değişmiş veya ‘devam’ etmişim? Takdir sizin..."

Bu kısa not bence en az kitabın kendisi kadar önemli.

Bir kere cesur.

Çünkü kitabı oluşturan yazıların neredeyse tamamı 12 Eylül 1980 öncesi yazılmış. Son tahlilde sağ-sol çatışmasından dolayı kan gövdeyi götürüyor ve

Yazının Devamını Oku

‘Türkiye’yi terk edebilirim’ tartışmasında son nokta: Frankfurt’ta Türkiye’yi Fazıl Say temsil edecek

27 Aralık 2007
Türkiye, 2008’de dünyanın en büyük ve en prestijli fuarı Uluslararası Frankfurt Kitap Fuarı’nın "onur konuğu" olacak.

Türkiye Yayıncılık Komitesi harıl harıl ekim ayında gerçekleşecek "Bütün Renkleriyle Türkiye" başlıklı bu çok önemli organizasyonun programını hazırlıyor.

Son detayları üzerinde çalışılan programın açılışını Goethe’nin Doğu-Batı Divanı yorumuyla Kudsi Erguner yapacak.

Kim düşünmüşse aklına ve yüreğine sağlık.

Çünkü dünyanın dört bir yanından akın akın Almanya’nın Frankfurt şehrine gelecek on binlerce yayıncı ve ziyaretçiye, Alman edebiyatının en önemli ismi Goethe’nin Doğu-Batı Divanı ile seslenmekten daha çarpıcı bir açılış olamazdı.

Hele de Türkiye’nin AB üyeliğine hala "doğu-batı" bağlamında tereddütle yaklaşılırken...

Şu dizeler dünya edebiyatının şaheserleri arasında sayılan Doğu-Batı Divanı’ndan. 

Doğu da Allah’ındır

Batı da Allah’ın

Yazının Devamını Oku

Sabri Bey’den Murat Bey’e Ülker Murat Ülker’in geyik avı

25 Aralık 2007
Bence Ülker’in Godiva’yı satın almasıyla ilgili en yerinde açıklamayı Ülker İstişare Konseyi Üyesi Metin Yurdagül yaptı.

‘Godiva Türkiye’ye bayram hediyemiz olsun.’

Gerçekten de öyle oldu.

Hürriyet’in kısa bir süre önce Doğu Avrupa ve Rusya’nın lider reklam yayıncılık şirketi TME’yi 500 milyon dolarlık borsa değeri üzerinden satın almasının ardından, Ülker’in 850 milyon dolara Godiva’yı satın alması, bir Türk markasının yurt dışında bir dünya markası için yaptığı ‘en büyük yatırım’ oldu.

Bu tür yatırımların Türk ekonomisi ve 7.5 milyar dolarlık cirosuyla bölgesel güç olma yolunda adım adım ilerleyen Ülker Grubu için sağlayacağı açılımları günlerce tartışsak azdır.

Fakat daha şimdiden bir Türk şirketinin yurt dışındaki en büyük yatırımını, ‘Lady Godiva’nın çıplak resmi ve likör satışına’ indirgemiş durumdayız.

Gerçi bunda şaşılacak bir şey de yok.

Çünkü yıllarca Türkiye’de sermaye tartışmaları ekonomik ve sosyolojik kriterler yerine rengi üzerinden yürütüldü. Muhafazakar değerlere sahip sanayici bir ailenin özenle büyüttüğü devasa bir marka ‘yeşil sermayenin temsilcisi’ olmakla suçlandı.

Böyle olunca da muhafazakar değerlere sahip Ülker ailesinin, lüks çikolata pazarının dünyaca ünlü bir numaralı markası Godiva’yı almasına bazılarımız şaşırdı.

Peki şaşırmakta haklı mıyız?

Hem ‘evet’ hem de ‘hayır.’

Dilerseniz önce samimi bir biçimde ‘evetlerimizi’ gerekçelendirelim.

Türkiye’de hala sermaye üzerinden yaşanan dönüşümün önemini anlayabilmiş değiliz. Bu yüzden muhafazakar aile değerlerine sahip bir iş adamının liberal ekonominin gereklerini sonuna kadar yerine getiriyor olması hala şaşırtıyor bazılarımızı.

Kayserili Boydak ailesi 2 milyar dolarlık mobilya devine dönüşüyor, şaşırıyoruz.

Çalık Grubu Sabah ATV’ye 1.1 milyar dolar veriyor, şaşırıyoruz.

Ülker Godiva’yı alıyor, şaşırıyoruz.

Kimileri bunu AK Parti iktidarına bağlayarak sermayenin el değiştirmesi olarak görüp şaşırıyor, hatta tedirgin oluyor.

Kimileri ise düne kadar küçümsediği şirketlerin ‘boyundan büyük işlere kalkıştığını’ düşünüp şaşırıyor.

Fakat bence asıl sebep hala ‘ön yargılar.’

Yoksa bugün dünya markası Godiva’yı aldığı için gurur duyduğumuz ve alkışladığımız Ülker Grubu’na düne kadar ‘cüzamlı’ muamelesi yapar mıydık?

Önyargılar yerine bir birimizi biraz daha yakından tanımış olsak yapmazdık.

Fakat bu noktada iki tarafında özeleştiri yapması gerekiyor.

Evet bazılarımız her türlü muhafazakarlığı ‘gericilik’ olarak paketleyip daha baştan şaşkınlık eşiğimizi epey yukarı çektik.

Ama muhafazakar değerlere sahip insanlar da kimi zaman bu imajı destekleyecek adımlar atarak, kimi zaman da ‘kapalı devre çalışarak’ haklarında ki önyargıların perçinlenmesine sebep oldu.

Doğru oturup doğru konuşalım.

Bugün Lady Godiva’nın çıplak figürü ve likörlü çikolatalarıyla tanınan Godiva’yı satın alan Ülker acaba 20 yıl önce ekonomik büyüklüğü elverse bile böyle bir satın almayı yapabilir miydi?

Anakronizm tuzağına düşmek istemem ama cevabım kesinlikle ‘hayır.’

Çünkü Ülker’in Godiva’yı alması sadece ekonomik bir alış veriş değil. Burada bir marka kültürü ve global vizyon alış verişi var.

Grubun kurucusu Sabri Bey’in Ülker’i ile grubun şimdiki patronu Murat Bey’in Ülker’i aynı genetik kodları taşıyor olsalar da aynı şirketler değil.

Tamam ikisi de muhafazakar aile değerlerine sahip, ikisi de kamuoyunda görünmekten hiç hazzetmiyor ama benim ergenlik dönemime denk gelen Sabri Bey’in Ülker’i bir yandan hiç hak etmediği ‘yeşil sermaye’ suçlamalarına  maruz kalırken, diğer yandan muhafazakar camiada ‘margarin yağlarda domuz katkı maddesi kullanılıyor’ propagandasına alet oluyordu.

Oysa oğlu döneminde Ülker Türkiye’nin en büyük margarin üreticilerinden biri oldu.

Dürüst olalım, Ülker Grubu düne kadar likörlü çikolata üretmeyi asla düşünmezdi ama bugün Godiva gibi bir dünya markasını almakta bir an bile tereddüt etmedi.

Sabri Bey kesinlikle dünyaya kapalı bir insan değil. Hatta yaşadığı zamanın önünde. Ama hem jenerasyon olarak, hem de yetişme tarzı itibariyle ancak o kadarını yapabilirdi.

Oysa Murat Ülker hem yetişme tarzı hem de vizyonuyla o kadarıyla yetinemezdi.       Nitekim yetinmedi ve adım adım Ülker’i babasının bıraktığı yerden alıp önce bölgesel sonra da global bir oyuncu olma yoluna soktu.

Bu yüzden de Ülker’in Godiva’yı almasına süreklilik ve dönüşüm açısından bakabilirseniz şaşıracak bir şey yok.

Dedim ya ikisi de kamuoyunda görünmekten pek hazzetmez.

Fakat Sabri Bey yıllarca dar dairede işi ve evi arasında gidip gelirken, Murat Ülker’i bir gün Tophane’de nargile içerken görebilir, bir başka gün arkadaşları ile Avrupa’da geyik avına çıktığını duyabilirsiniz.

Ne o yine mi şaşırdınız?

Yazının Devamını Oku

Yeni yılda yeni kriz!

20 Aralık 2007
Bayram bayram ağzınızın tadını bozmak istemem ama yeni yılla birlikte nur topu gibi yeni bir krizimiz daha olacak.

Gerçi tartışma konusu yeni değil ama uygulama yeni.

Türk Standartları Enstitüsü (TSE) yeni yılla birlikte, 2005’ten bu yana tartışılan "Helal Gıda Sertifikası"nı hayata geçiriyor.

Hem Sanayi Bakanı Zafer Çağlayan hem de TSE Başkanı Kenan Malatyalı bu konuda kararlı.

Fakat "Helal Sertifika" uygulaması hem siyasi düzlemde hem de ekonomik düzlemde tarafları ikiye bölmüş durumda.

Konuya siyasi düzlemde yaklaşanlar bu uygulamayla Türkiye’de din eksenli yeni bir ayrımcılığın başlayacağına inanıyor.

Haksızlar mı?

Bence haklılar.

Fakat konuya hem dini hassasiyetler hem de 2 trilyon dolarlık yeni bir pazar açısından yaklaşanların da argümanları yabana atılır gibi değil.

Yazının Devamını Oku

Bir yılda kendisini amorti eden mucize yatırım

18 Aralık 2007
İş dünyası ona "Atom Karınca" diyor. <br><br>Binlerce çalışanı ise "Aynur Abla."

Ha bir de yıllarca başkanlığını yaptığı Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği ve şimdilerde heyecanla yürüttüğü TOBB Kadın Girişimciler Kurulu Başkanlığı’ndan dolayı sektörün "Hanım Ağası" o.

Gerçi kendisini kadın girişimcilere adamış bir işkadını olarak erkeksi tanımlamalardan hoşlanmıyor ama erkekler dünyasının inceliklerini ve eksikliklerini iyi bilen öncü bir işkadını o.

Bu yüzden olsa gerek, Anadolu’da özellikle kadınlar arasında son yıllarda gizliden gizliye bir "Aynur Bektaş efsanesi" dolaşıyor.

Öyle ki kurumsal imaj konusuna takık şehirli bir arkadaşım bile onun "iş dünyasının gizli kadın kahramanı" olduğunu düşünüyor.

Fakat benim bu yazıyı yazma sebebim organizasyon becerisi hayli yüksek, yerinde duramayan, tuttuğunu koparan Aynur Bektaş değil.

Onun yeterince önemsenmeyen, "çapı küçük, etkisi çok büyük işleri."

Yıllarca çalıştığı TÖBANK’ta en alt kademeden genel müdürlüğe kadar çıkan Aynur Bektaş’ın 1992’de emekli olduktan sonra eşi Süreyya Bektaş’la birlikte İstanbul’da 500 metre karelik bir atölyede başlattığı tekstil serüveni zamanla HEY Gruba dönüşerek onu İSO 100’ün başarılı patronlar listesine kadar taşıdı.

"

Yazının Devamını Oku

Ersin Özince’nin koltuğuna talip gizemli kişi

13 Aralık 2007
Onu hiç tanımıyorum. <br><br>Hatta isminin gerçekten ne olduğunu da bilmiyorum.

Bana gönderdiği e-mailde kullandığı isim "kimm?"

Sadece geçen hafta gönderdiği etkileyici e-maile cevap vermek istediğimde e-mail adresinde Selçuk Fırat ismiyle karşılaştığım için, gerçek adının bu olduğunu tahmin ediyorum.

Belki de "kim" olduğu bilinsin istemiyor.

Ama emin olamıyorum.

Bir yandan açıkça ismini yazmıyor, diğer yandan açıkça benden sesine kulak vermemi istiyor. İnanılmaz derece de yalın ve bir o kadar da zekice kurgulanmış kişisel bir çağrı yapıyor. Bu yüzden adını vermekte bir sakınca görmüyorum.

Referans gazetesi Genel Yayın Yönetmeni olarak her gün onlarca övgü-yergi içeren okur mektubu alıyorum. İnanın hiç biri beni Selçuk’un ki kadar şaşırtmadı.

Öylesine samimi, öylesine içten, öylesine çaresiz ama bir o kadar da iddialı ki...

Beni hem üzdü hem de sevindirdi.

Yazının Devamını Oku