Bu veciz söz bana değil, geçenlerde oğlu Ömer Topbaş ile ilgili Referans’ta çıkan bir haber üzerine sabahın köründe heyecanla telefona sarılan İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Kadir Topbaş’a ait.
Haber merkezinden arkadaşımız Feray Akşit, geçen ay Türk basınında kız arkadaşıyla çekilen fotoğrafıyla gündeme gelen Ömer Topbaş’ı, hem İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı olan babasıyla ilişkisi hem de babasından bağımsız bir girişimci olarak kendisi ve yaptıkları hakkında konuşmaya ikna etmişti.
Nitekim ortaya babasından bağımsız bir kişilik olmak için mücadele eden genç ve girişimci bir iş adamı profili çıktı.
Kadir Bey memnun, çünkü oğlu bir siyasetçi olarak bırakın kendisi için kambur olmayı, gurur duyacağı işler yapıyor.
Ömer’in hedefi büyük; ‘çocukluk hayalim’ dediği el yapımı çikolatalarla Paris’ten Avrupa’ya global bir marka yaratmak istiyor.
Yapabilir mi?
Göreceğiz.
Fakat 23 yaşında genç bir girişimci olarak belediyede babasının gölgesinde iş kovalamak yerine, daha üniversite öğrencisi iken işe kantin işletmeciliğinden başlaması, sonrasında son yılların popüler sektörü mısır ve organik tarım işine girmesi doğru yolda ilerlediğini gösteriyor.
‘Olmaz’ diyorsanız bu yazıyı okumayın!
Yok eğer ‘Hımm, neden olmasın?’ cesaretine sahipseniz anlatacağım biri çok tanıdık diğeri ise ilk defa duyacağınız şu iki şirket hikayesine kulak verin.
Tanıdık hikayemiz Koton.
Bir öğretmen (Gülden? Yılmaz) ve emekli subay eşinin (Yılmaz Yılmaz) Kuzguncuk’ta ihraç fazlası ürün satan bir mağaza olarak kurduğu Koton, bugün 300 milyon dolar ciroya koşan bir marka. Çin gerçeği ve Türkiye’nin sosyolojik değişimini erken fark edip, ‘fast fashion’ anlayışı ile kısa sürede Türkiye’nin Zara’sı oldu.
Şimdi ise gözünü yıllardır üretim için gittiği Çin’e dikmiş.
İlk mağazasını yakında Hong Kong’ta açıyor. Ardından üretim ve ucuzluk cenneti Çin’i Koton markasıyla fethetmeyi planlıyor.
Biliyorum hiç kolay değil. Çevrelerinde çılgınlıkla suçlanıyorlar ama Yılmaz çifti sıfırdan yarattıkları Koton’u yeni hayallere yüzdürmek istiyorlar.
Madem Çin tekstil ve konfeksiyon sektörünü tüm dünyada çaresiz bıraktı, onlar da hem üretim hem de tüketimde çareyi Çine gitmekte bulmuş.
Rahmi Koç Müzesi’ndeki sergiye mutlaka gitmek istiyorum ama aynı saatte çok önceden verilmiş bir başka randevum olduğu için üzülerek icabet edemeyeceğim.
Oysa geçen yıl Can Dündar’ın hazırladığı "Özel Arşivinden Belgeler ve Anılarıyla Vehbi Koç" kitabını bir solukta okumuş ve serinin birinci cildinden sonra gelecek çalışmaları merakla bekler olmuştum.
Bu yüzden Vehbi Bey’in 1961-1976 dönemine ilişkin yazışmalar ve anılarının yer aldığı yeni çalışma ve serginin açılışını kaçırmak istemedim.
"Neyse, nasılsa sergi bir süre devam edecek, mutlaka gider görürüm" diye teselli bulacağım ama davetiyede rahmetli Vehbi Bey’in fotoğrafının hemen altındaki notu görünce o kadar rahat teselli bulamadım.
Açılış kokteyli 19.30’da.
Fakat Koç Ailesi sergi öncesi bir de anma programı düzenlemiş.
"Rahmetli Vehbi Koç’un 12. Anma Duası saat 18.00’de yapılacaktır."
Kim mi onlar?
Onları tanıyabilmeniz için önce ‘sahnedeki o iki kadını’ anlatmam gerek.
Milliyet Gazetesi ve Ernst&Young’ın önceki akşam Çırağan Sarayı’nda ‘Yılın Sosyal Girişimcisi’ ödülünü paylaştırmak zorunda kaldığı iki kadını.
HEY Şirketler Grubu Başkanı Aynur Bektaş ve Kamer Vakfı Başkanı Nebahat Akkoç’u.
İkisi de ağlamaklı, ikisi de gururlu.
Nasıl olmasınlar?
Jüri Başkanı Hanzade Doğan Boyner’in anlattığına göre jüri üyeleri bu iki başarılı kadın girişimci arasında seçim yapmakta hayli zorlanmış.
Sonunda
Bu yüzden olsa gerek Körfez ülkelerinden gelen fon ve şirket yöneticileri ilk onun kapısını çalıyor. O da sık sık körfez ülkelerini ziyaret ediyor.
Daha geçenlerde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve ihracatçılarla birlikte Mısır’dan başlayıp Katar’dan çıkan yoğun bir Ortadoğu turu attı.
Geçen ay Unakıtan’ı ofisinde ziyaret ettiğimde ise benden sonra randevu için sırada bekleyen bir çok körfez sermayesi temsilcisi ile karşılaştım.
Aslında körfez sermayesi küresel dalgalanmanın başladığı günlerden bu yana her yerde.
Gün geçmiyor ki dünyanın en büyük finans kurumlarından biri daha hissesinin önemli bir kısmını körfez sermayesine devretmiş olmasın.
En son üç gün önce Katar Devlet Fonu (QIA) İsviçre Bankası Credit Suisse 15 milyar dolarla ortak oldu. Merill Lynch’den Citigroup’a dünyanın en büyük finans kurumları şu fırtınalı günlerde birer birer Körfez sermayesinin güvenli limanına yanaşıyor.
Şaka değil.
Dünyanın en büyük finans kurumlarında Citigroup’un en büyük hissedarı kim biliyor musunuz?
Ortam alabildiğine gergin.
Binlerce beyaz ellerinde ‘Zenciler Ormanlarına’ yazılı pankartlarla Little Rock Lisesi’ne asker eşliğinde girmeye çalışan siyah öğrencileri protesto ediyor.
Oysa Amerikan Anayasa Mahkemesi 1954 yılında okullarda siyah-beyaz ayrımcılığını ortadan kaldırmış. Fakat Arkansas gibi bazı eyaletler karara direniyor.
Amerika ikiye bölünmüş durumda.
Sonunda Başkan Eisenhover Anayasa Mahkemesinin kararına direnen eyalet valilerini teker teker arayarak gerekirse askeri birlikler eşliğinde siyah öğrencileri okula sokacağını söylüyor.
Nitekim gerçekten de bir süre siyah öğrenciler asker eşliğinde okullarına girebiliyor.
Little Rock Lisesi’nin önünde dokuz siyah öğrencinin asker eşliğinde okula giriş anı, AP muhabiri Will Counts’un çektiği fotoğrafla ‘yüz yılın fotoğrafları’ arasına giriyor.
Yıl 2007.
Peki ama gerçekte Amerika’da ne oldu?
Okyanusun öte yanında ‘bize etkisi ne olacak?’ diye tartışıp durduğumuz emlak krizi Amerikalıları nasıl vurdu?
Üç gündür New York-Washington-Boston hattında bu soruların cevabını arıyorum.
Katıldığım yuvarlak masa toplantılarında ekonomistler uzun uzun Bush hükümetinin güvensiz politikalarından türev piyasalarda şişen balona kadar bir çok teorik açıklama yapıyorlar.
Fakat inanın hiç biri beni Arizonalı akademisyen dostumun anlattıkları kadar etkilemedi. Aslına bakarsanız subprime mortgage krizi ile başlayan ekonomik çalkantının en kestirme özeti dostumun başına gelenler.
‘Çok karmaşık hale getirmeye gerek yok, hesap ortada’ diyerek başladı.
Meğer dostum 2 yıl önce emlakçısının ısrarıyla değişken faizli mortgage kredisi kullanarak 400 bin dolara bir ev almış. Çalkantılı dönemde artan faiz oranlarına rağmen aylık ödemelerini düzenli bir biçimde yapmış. Bundan sonra da yapmaya devam edecek.
Fakat sürekli artan faiz oranları ve konut piyasasında yaşanan durgunluk çift taraflı darbe yemesine sebep olmuş.
İstanbul Sulukule’yi yeniden canlandırma projesi kapsamında bir süredir evlerinden olan mahalle sakinleriyle Fatih Belediyesi arasında amansız bir mücadele var.
Fatih Belediyesi, "Biz Sulukulelileri sefaletten kurtaracak çok önemli bir dönüşüm projesi hazırlıyoruz" diyor, Sulukuleliler ise "Dönüşüm projesi adı altında binlerce yıllık kültürlerinin yok edildiğini" söylüyor.
Çingene kültüründen dolayı konu dünya medyasına, oradan da Avrupa Birliği Parlamentosu'na kadar taşınıyor.
Kim haklı kim haksız anlamak için Joost tüm zorluklarına rağmen iki tarafı bir araya getiriyor. Rotterdam ve Berlin gibi Avrupa şehirlerinde edinilen tecrübeler, uzlaşma ve diyaloğun önemini ortaya koymuş ne de olsa. Nitekim hararetli tartışmalardan sonra belediye yetkilileri hatalı uygulamalar olabileceğini, Sulukule sakinleri ise abartılı taleplerle sorunun çözülemeyeceğini kabul ediyor.
Böylece Joost’un en büyük problem olarak gördüğü "güven sorunu" kısmen aşılıyor ve daha teknik bir tartışma başlıyor.
Fakat Lagendijk için asıl sürpriz toplantının hemen ardından gelen türban sorularıyla başlıyor.
Her zamanki içten haliyle "Üniversitelerde türban yasağının kesinlikle kalkmasından yanayım" diyor.
Yani hükümetin bu konudaki girişimini tereddütsüz destekliyor.