AK Parti’nin kapatılma süreci bir yanda, Ergenekon soruşturması diğer yanda.
‘İki mesele hem bir birine göbekten bağlı hem de değil’ diyerek kafasını daha da karıştırdım, haklı olarak, hiçbir şey anlamadı.
Türkiye’nin toplumsal bir kutuplaşmaya sürüklendiğini, bu yüzden çok derin bir hesaplaşma ile karşı karşıya olduğumuzu, bu çatışmadan Türk demokrasisinin çok yaralı çıkacağını söyledim baktım oralı bile olmadı.
‘Peki adını koyayım, bu bir siyasi kriz’ dedim hiç heyecanlanmadı.
Türkiye’yi çok yakından takip eden uluslararası bir yatırımcı olarak gayet sakin beni ilk duyduğumda fazlasıyla gıcık eden şu tepkiyi verdi.
‘Siz Türkler durduk yerde kriz çıkarmak konusunda da, çıkardığınız krizi anlaşılmaz bir biçimde çözmek konusunda da alabildiğine tecrübelisiniz!’
Dalga geçiyor zannettim.
‘Dur hemen kızma inan şaka yapmıyorum’
Önceki akşam muhteşem bir katılım eşliğinde 2007 yılının en hızlı balıklarını ödüllendirdik.
Sevinerek söyleyebilirim ki "hızlı balık" kavramı ve ödülleri iş dünyamızda 2 yıl gibi kısa bir sürede çok geniş yankı buldu.
Büyük-küçük fark etmiyor, son dönemde görüştüğüm birçok girişimci söze "biz de hızlı balığız" diye başlıyor.
Telefonlarım hızlı balık mesajları ile doluyor. "Şirket-KOBİ-holding" gibi daha soğuk tanımlamalar yerine iş insanları kendilerine "hızlı balık" demeyi tercih ediyor.
Bir ekonomi gazetesi yöneticisi olarak ben bunu çok önemsiyorum.
Neden mi? Gelin size samimi bir itirafta bulunayım.
Okul yıllarında ekonomi ile ilgili dersleri hiç sevemedim.
Bir rivayete göre Ömer Çelik’in Başbakan Tayyip Erdoğan’a danışmanlık hediyesi.
Diğer rivayete göre ise başbakanın dış politika danışmanı Ahmet Davutoğlu’nun özellikle uluslararası ilişkiler bağlamında devreye soktuğu suflesi.
Dedim ya kaynağı konusunda rivayet muhtelif.
Fakat Başbakan Tayyip Erdoğan’ın son zamanlara kadar en sevdiği ve sıkça tekrarladığı kavramların başında geldiği muhakkak.
Yanılmıyorsam ilk Annan Planı tartışılırken gündeme gelmişti.
Ne diyordu başbakan: "Biz meseleye win-win yani kazan-kazan mantığı ile bakıyoruz."
Oyun teorisinden siyasete uyarlanan "win-win" tarafların şu ya da bu şekilde hep birlikte kazançlı çıkabileceği durumları anlatmak için kullanılır.
Mekan kalabalık, mezeler hazır, kadehler dolu.
Girişe yakın masadan biri coşkuyla bağırmakta: ‘Az önce televizyondan çok güzel bir haber aldık. Yargıtay Başsavcısı sonunda AKP’ye kapatma davası açmış. Hepinizi bu güzel haberin şerefine kadeh kaldırmaya davet ediyorum.’
Birkaç istisna dışında tüm kadehler havada.
Cuma akşamı bu olayı bizzat yaşayan sanatçı bir dostum anlattı.
‘Çok kötü oldum’ dedi. Bir yanım o coşkuyu paylaşmak istedi, diğer yanım ‘bir saniye arkadaşlar parti kapatmanın şerefine kadeh mi kaldırılır?’ diye isyan etmek.
Elinde kadeh kalakalmış!
Dün Başbakan Tayyip Erdoğan partisinin basına kapalı grup toplantısında kapatma davasıyla ilgili konuştu.
‘Bunlar bizim tarlamızı daha da bereketlendiriyor, oyumuz artacak’
Maliye Bakanı Adnan Kahveci o günlerde çıkan yeni vergi yasası ile ilgili bir konuşma yapmak için İstanbul Üniversitesi’ne davetliydi.
O güne dair hafızamdan hiç silinmeyen "iki fotoğraf" var.
Birincisi, toplantıdan 10 dakika önce Beyazıt Meydanı’ndan okula doğru hızlıca yürürken, otobüs durağında halk otobüsünden inip koltuğunun altındaki siyah deri çantasıyla tek başına okula doğru yürüyen adam.
İkincisi, toplantının en hararetli yerinde yeni yasaya ilişkin yapılan teorik eleştirilere, gayet soğuk kanlı bir biçimde verdiği hınzır cevap.
Birinci fotoğrafı fazla anlatmama gerek yok çünkü tipik bir Adnan Kahveci fotoğrafıydı.
Gerçi ben korumasız, makam arabasız, şatafatsız bir bakan görmeye alışık olmadığım için epey şaşırmıştım ama Kahveci’yi yakından tanıyınca bunun ona özgü gayet sıradan bir davranış biçimi olduğunu hemen anladım.
Bir bakandan duymaya alışık olmadığım "hınzır cevaba" gelince.
Yeni vergi yasasına ilişkin özellikle akademisyenlerden gelen fazla teorik sorgulamalar karşısında sabırla anlatılanları dinledi ve gülerek şu cevabı verdi.
Birazdan Fransa eski Başbakanı Dominique De Villepin, Güler Sabancı’nın konuğu olarak Sakıp Sabancı Müzesi’ne ve içinde yer alan Müzedechanga lokantasına gelecek.
Güler Hanım, Yaşar Kemal’den Zülfü Livaneli’ye İlber Ortay’lıdan Cem Duna’ya Ufuk Uras’tan Ahmet Aykaç’a akşam yemeği için davetli konuklarıyla teker teker ilgileniyor.
Villepin yemeğe geçmeden önce Nazan Ölçer mihmandarlığında Louvre’dan Sabancı’ya taşınan ‘İslam Sanatının Üç Başkenti: İstanbul, İsfahan, Delhi’ sergisini geziyor.
Fırsattan istifade Güler Hanım son kontrolleri yapmak için Müzedechanga’nın mutfağına yöneliyor.
Yemekleri ama özellikle de yemekte ikram edilecek şarabı tekrar kontrol ediyor.
Nitekim yemek başladığında Fransa eski Başbakanı Villepin elinde uzun süre tuttuğu kadehi hayranlıkla kaldırarak ilk tebrikini şarap için sunuyor.
Meğer Fransa eski başbakanı Villepin şairliğinin yanı sıra iyi bir şarap tadımcısıymış.
‘Kokusu, rengi ve dengeli tadından’
İyi ki de öyle demişim.
Önceki akşam bir grup arkadaşla bir balık lokantasında ekrandan izlediğim Fenerbahçe-Sevilla maçının ilk yarısında mekanı terk etmek zorunda kaldım.
İspanya’da olsam herhalde 10 dakikada yediğimiz iki golden sonra düşüp bayılırdım.
Ayıldığımda penaltılardan maçı kazandığımızı duyunca; ya tekrar bayılır ya da bir daha ayılamazdım.
Lokantada masanın altında heyecandan tir tir titreyen bacaklarımın benden habersiz nasıl çözülüverdiğini bir ben bilirim bir de Allah.
Baktım olacak gibi değil ikinci yarıda kendimi eve attım.
Odasında mışıl mışıl uyuyan kızımı uyandırmak pahasına.
Allah’tan annesi yurt dışında. Anneanne ve bakıcı tam üç kez dilimi ısırarak attığım çığlıktan dolayı kızı yeniden uyutmak zorunda kaldı.
‘Dünyada yaşanan ekonomik dalgalanmaları, bu cari açıkla titreyerek izliyor olmamız gerekir.’
Sizi bilmem ama bu söz benim içimi titretti!
Neden mi?
Çünkü konuşan kişi, sadece Türkiye’nin en önemli patronlarından biri değil, aynı zamanda iş dünyasında her zaman ‘yapıcı ve akil adam’ üslubuyla öne çıkmış, kriz dönemlerinde bile asla karamsarlığa kapılmamış duayen iş adamı Tuncay Özilhan.
Yoksa herkes biliyor 40 milyar dolara koşan cari açığın Türk ekonomisi için ciddi bir risk oluşturduğunu.
Malumu ilan değil maksadı.
Korku ve karamsarlık hiç değil.
Her kelimesini yılların imbiğinden süzerek özenle seçiyor.