Nitekim öyle de oldu.
İki yıl önce Koç’un Ford’la geçen yıl Sabancı’nın Citi ile bu yıl da Doğuş’un GE ile kurduğu başarılı ortaklıktan dolayı Türkiye gururlandı.
GE’nin CEO’su Jeffrey Immelt’in övgüsü eşliğinde sahneye çıkan Şahenk, duygu ve zekâ yüklü konuşmasında yaşadığı gururu her halinden belli ediyordu.
Fakat o gece Waldorf Astoria Oteli'nin 18. katında düzenlenen gala yemeğinde esas gururu gizli gizli de olsa GE’nin CEO’su Jeffrey Immelt yaşıyordu.
Ancak Immelt’in gizli gururu Şahenk gibi Doğuş’la GE arasındaki başarılı ortaklıktan değil çok daha özel bir sebepten kaynaklanıyordu.
Sonuçta her ne kadar GE’nin Türkiye’deki yatırımları Immelt’in liderliğinde son beş yılda 200 milyon dolardan 2 milyar dolara çıkmış olsa da Türkiye GE’nin yurtdışından gelen gelirlerinin yüzde 2’si kadar.
Ama inanın o kadarı bile o gece Immelt’e yetti.
Çünkü galadan bir gün önce
Kimi zaman çaresizlikten konuşur, kimi zaman çare bulmak ya da bizatihi çare olmak için.
15 yıldır yakından tanıdığım İshak Alaton böyle biri.
Geçen hafta Referans’ta çıkan sevgili Osman Öndeş’in ‘Sammy Ofer İngiltere’de Milli Denizcilik Müzesi’nin restorasyonu için 45 milyon dolar bağış yaptı’ haberi ve enfes portre denemesi üzerine şahsi bir mektup gönderdi.
Kişisel mektupları köşemde basmak adetim değil.
Fakat İshak Bey’in çaresizlikten çare üretme bilgeliği ve ‘yeter artık uyanın’ şeklinde özetleyebileceğim dokunaklı ve samimi haykırışını sizlerle paylaşmazsam büyük haksızlık etmiş olacağım.
Antisemitizmden yabancı sermaye düşmanlığına, tarihten günümüze konu çok hassas.
Haykırışı ‘aklı ve vicdanı’ olan herkese.
Yüreği seksen küsur yıllık acı deneyimlerine rağmen hala çaresizlikten çare üretmek için çarpan bir bilge iş adamının alabildiğine şiirsel mektubunu takdimimdir.
Hakkında Sayıştay tarafından ‘görevi kötüye kullanmaktan’ suç duyurusunda bulunulan SHP’li Dikili Belediye Başkanı Osman Özgüven ise ‘ben halktan aldığımı halka veriyorum’ diyor.
Pos bıyıklarına rağmen alabildiğine sempatik.
‘Sosyal belediyecilik’ adına belediye otobüslerini ücretsiz yapmış.
Otobüse binen öğrencileri evlerinin önüne kadar bıraktırıyormuş.
Belediyeye ait sağlık merkezinde 1 YTL’ye muayene, 6 YTL’ye röntgen hizmeti sunarken belediyeye ait ekmek fırınında 25 kuruşa ekmek satıyormuş.
Ha unutmadan bir günahı daha var; 10 tona kadar su kullanan tüketiciden ücret almıyormuş!
Adım gibi eminim Dikili’nin pos bıyıklı sempatik SHP’li belediye başkanı Osman Özgüven’in bu yaptıkları popülizme teşne romantik solcularımızın gögsünü kabartırken, her türlü popülizmden nefret eden piyasaperest liberallerimizin tüyleri diken diken olmuştur.
Oysa iki dönem Dikili’de belediye başkanlığı yapan bir ara CHP İzmir İl teşkilatına takılan, sudan sebeplerle hakkında onlarca soruşturma açılan Osman Özgüven’den ne ‘halk kahramanı Robin Hood’ çıkarmaya çalışmalıyız ne de ‘haydutlukla eşkiyalık arasında gidip gelen anti-kahraman.’
Hikayeyi bilirsiniz.
Sultan çok büyük bir cinayetten dolayı karşısına çıkan suçluya ‘kırk katır mı istersin yoksa kırk satır mı’ diye sormuş.
Cani kırk satırla idam edileceğini düşünüp ‘kırk katır’ demiş.
Vücudunun her bir parçası bir katıra bağlanan adam, ayrı yönlere doğru kırbaçlanan katırların koşuşturmasıyla paramparça olmuş.
Her ne kadar suçumuzun ne olduğunu tam olarak bilmesek de benzer bir ‘ölümlerden ölüm beğen’ durumuyla hem siyaset hem de ekonomide karşı karşıyayız.
Siyasetin paradoksunu biliyorsunuz.
Bir yanda AKP ve DTP aleyhine açılmış hukuki bir dava var, diğer yanda halkın yarısından fazlasının oyunu almış iki partinin siyaset dışına itilebileceği, demokrasi teamüllerini fazlasıyla zorlayan kapatma ihtimali.
‘Başsavcı görevini yaptı dava açtı’
‘Körler sağırlar birbirini ağırlar.’
Çünkü bu tür programlar genelde Çetin Altan ustanın tabiriyle ‘Türk’ün Türk’e propagandasının’ ötesine geçemez.
Türkiye’den bir uçak dolusu gazeteci iş adamı siyasetçi toplanır, Avrupa’nın falan başkentine gider, bir biriye oturur konuşur sohbet eder memleket kurtarır sonra da hep birlikte geri dönülür.
Bir kaç sembolik yabancı dışında doğru dürüst kimseyle temas edilmez ve dönüşte gazetelerimizde ‘Avrupa’yı nasıl fethettiğimiz’ haberleri yer alır.
Doğrusu İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Kadir TOpbaş geçen hafta Brüksel’de İstanbul Merkezi’nin açılışı için davet ettiğinde ‘galiba yeni bir dostlar alışverişte görsün gezisine davet ediliyorum’ diyerek gitmek istemedim.
Fakat Kadir Bey beni 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti olacak İstanbul’un Brüksel’de açacağı yeni ofis konusunda ‘İstanbul Merkezi farklı olacak’ diyerek ikna
etti.
Peki İstanbul’un Brüksel tanıtım ofisinin açılışı gerçekten farklı oldu mu?
Fakat 4 yıllık siyasi yaşamı, İKV Başkanlığı’ndan, Feniş Holding patronluğuna uzanan parlak kariyerinde ‘tarifsiz bir hayal kırıklığı’ olarak kaldı. En kötüsü ‘daha iyi bir Türkiye ideali’ için siyasete soyunduğu yıllarda alüminyum alanında büyük yatırımları bulunan ailesine ait Feniş Holding’de işler kötüye gitti.
2001 krizi şirketi iflasın eşiğine getirdi.
Sedat Aloğlu, şeffaf ve kararlı bir biçimde hayal kırıklığı yaşadığı siyaseti bırakıp, işlerinin başına geçti.
O yıllarda, bankalarla şirketler arasında hükümetin de desteğiyle geliştirilen ‘Finansal Yeniden Yapılandırma’ kapsamında alacaklılarıyla oturup uzun vadeli bir ödeme planı yaptı.
O gün iflasın eşiğindeki Feniş bugün Sedat Aloğlu’nun Yönetim Kurulu Başkanlığı’nda cirosunu 4 kat arttırmış, borçlarından arınmış, sektörünün öncü şirketlerinden biri.
Durup dururken neden mi anlatıyorum bunları?
Hemen söyleyeyim, beni de etkileyen çok özel bir sebebi var.
Başarı ve başarısızlık.
Bir şirket ya uçuyordur ya da batıyor...
Bugün Referans’ın manşetine taşıdığımız Esat Edin’in hikayesi hem baş döndürücü bir başarı hem de hüzünlü bir batış hikayesi.
Aslında hikayenin başarı kısmı üniversitelerde ‘örnek vaka’ olarak tezlere bile konu oldu. Fakat hikayenin devamını, daha doğrusu ‘parlak ve hüzünlü’ filmin tamamını ilk kez burada okuyacaksınız.
Her şey Yale Üniversitesi İşletme Bölümünden mezun genç girişimci Esat Edin’in 1986 yılında İstanbul’un dışında bir köy için kurduğu hayalle başlıyor.
Belgrat Ormanı’nın kenarında, tarihi su kemerlerine yaslanmış ‘kuş uçmaz kervan geçmez’ bir köy olarak kendi halinde yaşayıp giden Göktürk, Edin’in gözünde geleceğin en prestijli sosyal yaşam alanı projesiydi.
Edin’in gözünde diyorum çünkü o tarihte yolu bile olmayan Göktürk’ün geleceğine Esat Edin’den başka kimse inanmıyordu.
Fakat Edin inanmakla kalmadı ailesini ikna ederek Kemer Yapı ve Turizm’in başına geçti.
Şöyle bir masa düşünün.
Bir tarafta Kigılı markasının kurucusu Abdullah Kigılı, diğer tarafta 'perakendenin 2007 en hızlı balığı' Mudo'nun yaratıcısı Mustafa Tavillioğlu ve yanıbaşında Collezione'nin sahibi Ekrem Akyiğit.
Onları bir öğle yemeğinde İstinye Park'ta keyifli bir masanın etrafında bir araya getiren ne?
Aslında tesadüf.
Mustafa Tavillioğlu Hızlı Balık Ödül gecesinde İstinye Park'ta Mudo Store'ın içine açtığı Delicatesen'le ilgili söylediklerimi duyunca, 'mutlaka bir öğle yemeği yiyelim' demese ve arkasından perakendenin duayenlerini o yemekte spontane bir biçimde buluşturmasa bu üçlü ile birlikte herkesin durgunluktan şikayet ettiği bir ortamda piyasaların nereye gittiğini konuşamayacaktım.
Fakat konuştum. İyi ki de konuştum.
Çünkü küresel çalkantı, parti kapatma davası derken herkeste bir karamsarlık.