2001 krizinde Türkiye’nin başına gelenler geçen yıldan bu yana adım adım Amerika’da yaşanıyor.
Bizdeki gibi finans krizi olarak başlayan dalga sonunda önceki gün Türk basınında Amerika’nın TMSF’si olarak nitelenen FDIC’nin bankalara müdahalesiyle yeni bir boyuta taşındı.
Baksanıza Amerika gibi bir ülkede bankalarda mevduatı bulunan vatandaşlar panikleyip paralarını çekmek için bankaların önünde kuyruk oldu.
Amerika’dan ekranlara yansıyan kuyruk görüntülerini izlerken tam bir dejavu duygusuna kapıldım.
Kendi kendime istemeden "biz bu filmi 7 yıl önce Türkiye’de bire bir görmemiş miydik" dedim.
Bir de baktım FDIC Başkanı Sheila Bair (siz bunu TMSF Başkanı Ahmet Ertürk olarak da okuyabilirsiniz) "panik yapmayın bankaların ödeyemediği paralar için 53 milyar dolar ayırdık" açıklaması yapıyor.
Gerçi Ertürk’ün TMSF’si daha çok 55 milyar doları aşan batık bankalar bilançosunun tahsilat kısmıyla ilgilendi ama "demek ki Amerika’da da ekonomi Ertürk gibi birinin himmetine muhtaç hale gelmiş" diyerek iç geçirdim.
Bush hükümetinin Amerika’da ödenmemiş mortgage kredilerinin yarısını elinde bulunduran Fannie Mae and Freddie Mac’i kurtarma çabası bile bankacılık sektörünü sakinleştirmeye yetmeyince "bu iş burada bitmez" diyenlere kulak verdim.
Bu satırlar yaklaşık 10 yıl önce İstanbul DGM Savcısı olarak cumhuriyet tarihinin en büyük çete ve kara para operasyonunu soruşturan Aykut Cengiz Ergin’e ait.
Susurluk’tan Malki cinayetine, Türkbank’tan Alaaddin Çakıcı’ya bir çok önemli olayı soruşturan, hatta zamanında temiz eller operasyonuyla ünlü İtalyan savcısına benzetilip ‘Türk Di Pietro’su diye manşetlere taşınan DGM Savcısı Ergin, kendisinden söyleşi talep eden Hürriyet Gazetesi muhabirini o tarihlerde aynen yukarda aktardığım cevapla reddetmiş.
Oysa dün Aykut Cengiz Ergin İstanbul Başsavcısı sıfatıyla bir yılı aşkın bir süredir İstanbul Cumhuriyet Savcıları Zekeriya Öz, Mehmet Pekgüzel ve Nihat Taşkın tarafından hazırlanan Ergenekon davasına ilişkin iddianameyi hem de içeriğine girmeden yerli-yabancı yüzlerce gazetecinin önünde canlı yayında açıkladı.
Peki ne değişti?
Makale aynen şöyle başlıyordu:
"Eğer bir gün Amerika’nın elinde bulundurduğu altın rezervlerini depoladığı Fort Knox’da yeterince yer kalmazsa, altınları saklayacağımız yeni yeri çok iyi biliyorum: Amerika’nın İstanbul’daki yeni konsolosluk binası."
Peki neden?
Friedman anlatıyor:
"Her ne kadar daha ruhsuz görünse de Fort Knox’un aynısı. Eski konsolosluk şehrin göbeğinde İstanbulluların istedikleri zaman vize ya da kütüphane için uğrayabilecekleri bir yerdi. Güvenlik sebebiyle İstanbul’un dışına taşınan ve adeta bir güvenlik hapishanesini andıran yeni bina ise boğaza bakan bir tepenin üzerinde."
Yani kuş uçmaz kervan geçmez bir yerde.
Öyle ki Friedman, Haçlı döneminden kalma bir kaleyi andırıyor diyor.
Ve fakat kanımızı dondursa da muhtemelen bu sayede "Amerikalı diplomatlar hayatta kalmayı başarıyor" demeyi de ihmal etmiyor.
Hele hele kurumlar arası çatışmayla hiç işi olmaz.
En zor zamanlarda bile her zaman uzlaşmadan yana tavır alır.
Hatta bu yüzden en yakınındakiler tarafından bile kimi zaman "hesapçı" olmakla suçlanır.
Serde Kayserililik var, Hisarcıklıoğlu başarılı bir işadamı ve TOBB Başkanı olarak elbette hesap-kitap adamıdır. Fakat gerektiğinde her türlü kişisel hesap ve kitabın ötesinde hareket etmesini bilir.
Daha geçenlerde Türkiye’nin dört bir tarafından her türlü meslek örgütüyle bir araya gelerek "Herkes bulunduğu konumdan bir adım geri atsın" dedi.
Kimileri onun bu kendi kariyeri açısından çok riskli hareketini bile "siyasi hesapçılık" olarak değerlendirdi. Fakat o yılmadı.
Türban krizinin en kritik günlerinde Cumhurbaşkanı Gül ile görüşüp arabuluculuğa soyundu. En soğuk tepkiyi Başbakan Erdoğan’dan gördü.
Baykal
Şaka bir yana dün Özyeğin Üniversitesi’nin resepsiyonunda bir araya geldiğim Hüsnü Bey, beni görür görmez heyecanla Finansbank’ın satışından önce Finansbank Russia adıyla faliyet gösteren Credit Europe Bank’ın Rusya’nın hızlı balıklarına nasıl destek verdiğini ve kısa bir süre önce hazırlattıkları ‘hızlı balık’lı reklam kampanyasını aktardı.
Hüsnü Bey geçen yıl Referans’ın Hızlı Balık Jürisi’ndeydi.Konsepti ve ödül törenini çok sevmiş.O akşam bana ‘Türkiye’nin girişimci ruhu doğru destekleyecek bu tür organizasyonlara çok ihtiyacı var. Hayalim Türkiye’deki girişimci ruhu destekleyecek finans ve marketing konusunda uzmanlaşmış uluslararası niteliklte bir üniversite kurmak. Ve bu okulda teorik bilgilerin yanısıra sizin hızlı balık ödüllerini alan şirketleri öğrencilere ‘case study’ yani birer örnek vaka olarak çalıştırmak.’ demişti.
İşte o hayali nihayet bu yıl Eylül ayında Özyeğin Üniversitesi adıyla gerçekleşiyor. Dün kuruluş aşamasını ve son hazırlıklarını tamamlayan Özyeğin Üniversitesi’nin İstabul Altunizade’de bulunan yeni binasındaydım. Bu yıl 210 öğrenciyle sıkı bir İngilizce hazırlık eğitimine başlayacak Özyeğin Üniversitesi’nin geçici binası alabildiğine mütevazı Fakat eğitim anlayışı ve kadrosu epey iddialı. Daha sohbetimizin başında Mütevelli Heyeti Üyesi Ömer Aras kulağıma eğilerek ‘parayı başkaları gibi öncelikle binaya değil hoca ve öğrencilere harcayacağız’ diyor. Hüsnü Bey üniversite projesi için kendi adına faaliyet gösteren vakfa ilk adımda 40 milyon dolar ayırmış. 5 yıl içinde rakamı 100 milyon dolara çıkaracakmış. Hedefi 10 yıl içerisinde 10 bin öğrenci kapasiteli bir kampüs üniversitesi yaratmak.
Finansbank’ı sıfırdan kurup ilk 5’e sokmak 18 senesini almış. Özyeğin Üniversitesi’ni Koç, Sabancı, Boğaziçi, Bilkent ve Odtü gibi başarılı üniversitelerin arasında ‘ilk 5’e sokmak için o kadar beklemeye niyetim yok’ dedi. Bunun çok iddialı bir hedef olduğunun o da farkında. Fakat Türkiye’nin bence son yıllarda yetişmiş en hızlı girişimcisi olarak kısa sürede neler başarabileceğinin de farkında.Ayrıca başarılı iş adamlığının yanısıra uzun yıllar AÇEV’den Toplum Gönülleri Vakfı’na kadar bir çok kurumda gönüllü eğitim hizmeti verdi. Fakat esas önemlisi Özyeğin üniversiteye kısa vadeli ticari bir proje olarak yaklaşmıyor. Tam tersi bugüne kadar kazandıklarını vakfı üzerinden üniversite için harcayacağını söylüyor. Yani son dönemde Türkiye’de sayıları giderek artan astronomik rakamlı diploma dağıtan üniversitelerden biri olmaya hiç niyeti yok.
Hatta tam tersi, yaklaşık 24 bin YTL’yi bulan yıllık eğitim ücretinin ilk yıl ortalama %75’ini burs olarak öğrencilere vermeyi vaat ediyor. Anlayacağınız Hüsnü Özyeğin daha üniversiteyi kurmadan fırsat eşitliğine dayalı sürdürülebilir bir iş modeli geliştirmiş. %75 burs vaadi bırakın Türkiye’yi dünya standartlarının bile çok üstünde. Peki neden? Özyeğin Harvard’da burslu bir öğrenci olarak okuduğu yılları hatırlatıyor: ‘Eğitimimin önemli bir bölümünü burslu, borç alarak ve yaz kış çalışarak yaptım. İyi bir eğitim almış olmamın yaşamıma kattığı değerleri hiç bir zaman unutamadım.’
Özyeğin Üniversitesi’nde öğrencilerin performansına göre %100-75-50-25 burs alma şansları var. Daha da önemlisi gelişmiş ülkelerde çok yaygın olan öğrenim kredisini Türkiye’de ilk kez Özyeğin Üniversitesi hayata geçiriyor. Hem de standart mortgage faizi ile. Yani isteyen öğrenci eğitim için ihtiyaç duyduğu krediyi üniversitenin anlaşma sağladığı bankadan (ilk anlaşma Finansbankla yapılmış) ilerde çok uygun taksitlerle geri ödemek koşuluyla alabilecek. Ortalama 7 yıl geri ödemeli kredinin yaklaşık aylık taksidi 350 YTL’ imiş. Düşünebiliyor musunuz Türkiye yıllardır gelişmiş ülkelerde takır takır işleyen bu sistemi bir türlü kamu eğitimine uyarlayamadı. Böylece hem eğitimin kalitesi hem de eğitime ayrılan kaynak düştü. Tabii bir de mesele ideolojik sloganlarla ‘paralı eğitime hayır’ basitliğine indirgenince toptan kalite hepten unutuldu.
Doğrusu Hüsnü Bey’in daha işin başında bu sorunu akılcı ve ekonomik bir rasyonaliteyle çözmüş olmasını ben üniversite kurmasından daha önemli buluyorum. Çünkü bu model çok kısa zamanda hem diğer bankaları hem de diğer üniversiteleri harekete geçirir. Özyeğin Üniversitesi son yıllarda özel sektörün katkısıyla hızla gelişen eğitim alanında ne yenilikler getirecek hep birlikte göreceğiz fakat daha kuruluş aşamasında geliştirdiği iş modeli ile bence ‘avangarde bir üniversite’ olacağının sinyalini verdi.
Hüsnü Özyeğin
En son New York'da bir toplantı için bir araya geldiğimizde yazılmamak kaydıyla heyecanla anlattı.
Meğer uzun zamandır yaratıcı ve sürdürülebilir bir sosyal sorumluluk projesi peşindeymiş Garanti Bankası Genel Müdürü Ergun Özen.
Garanti bu güne kadar spordan, sanata eğitimden, müzeciliğe bir çok projeye destek verdi.
Özellikle 12 Dev Adam'la basketbola ve gençleri duyarlı ve sorumlu bireyler olarak yetiştirmeye kendisini adamış Toplum Gönüllüleri Vakfı'na verdiği destekle dikkat çekti.
Gerçi beni Fenerbahçelilik konusunda "light" bulan Çandar, eminim soğan yiyemediğim ve kebabın anavatanından olmama rağmen epeydir kırmızı ete mesafeli durduğum için "Adanalıyık Allah'ın adamıyık" haykırışımı da hafif bulacak ama olsun, benim doğma büyüme Adanalılığım onun lise yıllarıyla sınırlı nostaljik ve geçici Adanalılığından yeğdir!
Şaka bir yana "Bizim aşiretin çocuğu" başlıklı enfes Terim analizinde Çandar sonuna kadar haklı.
Milli Takımlar Teknik Direktörü Fatih Terim, hırsı-tutkusu-kabına sığmazlığı-sürekli kendini aşma çabası-dünyaya açıklığı ve bir Adanalı olarak beni bile zaman zaman çileden çıkartan "bütün büyük dağları ben yarattım" havasıyla bu toprakların çocucuğu.
Tıpkı Başbakan Tayyip Erdoğan gibi.
Ayrıca