Yeni okulumda sadece bir adet 2.sınıf vardı; sınıfta ise 5 kız ve 1 erkek, ben de 7. olarak aralarına katıldım ve itiraf edebilirim ki bir çocuğun yaşayabileceği en anlamlı ve güzel eğitim yılını yaşadım.
İlk kez eğitim veren; aile büyüklerimin, tanıdıklarımın, akrabalarımın ve babamın da anılarının olduğu ortaokul/liselerine bağlı bir kurum. Bir okul düşünün ki herkes neşeli, sabahları İstiklal Marşı ve Andımız okunduktan sonra biraz jimnastik eşliğinde İngilizce şarkılar söyleniyor tüm Türk ve Yabancı öğretmenler, her sınıftan öğrenciler. Her Cuma mutlaka o hafta bir konuda gelişme, başarı veya istikrar göstermiş herhangi bir öğrenciye sertifika veriliyordu. İşin güzeli, bu sertifikalar en çalışkan, en yüksek not alan ve itaat eden öğrencilere değil o hafta içinde her öğrencinin kendi öğrenme yetilerine göre verilmesiydi. Güzel filmler gösterilir, merdivenin hemen çıkışındaki minik kütüphaneden Türkiye’de bulamayacağımız güzellikte kitaplar dönüşümlü okunur ve geri getirilirdi. Az ve öz kişiydik, tam bir aile gibiydik.
Sürekli eğlenerek, koşarak, Gözlükule’de koşuşturup ısırgan otlarıyla yana yana bazen kendimizi revirde bularak, her 2.tenefüste okulun herkese dağıttığı farklı ara öğün sürprizlerine heyecanlanarak ama sürekli okulda olmaktan keyif alarak eğitim gördüğüm o günlerde yazılmaya başlandı işte bu köşe, Tarsus’ta. Bugün tamamlayacakmışım yazımı, 22 yıl sonra.
Yeniden öğrenmeye kucak açtığımız bu günlerde 1998’de başlayan başka bir hikayemin tanıklarından, güneye taşındığımda edindiğim ilk dostlarımdan Gülçin Çavdarcı’ya içimdeki çocuğu, yaratıcı ve de ışığı yeniden aktive ettiği için, ilk yazımı ona atfekmek ve de teşekkür etmek istedim.
İyi ki varsın Gülçin.
Dilerim herkes bizim çocukluğumuzdaki gibi, neşe, keyif ve coşku ile tazelensin.