Paylaş
Türkiye’deki mutsuzluğumdan kaçmıştım, mutluluk beni burada yakaladı.
* * *
Can Dündar’ın konuşmasını dinliyorum.
Şaşırmak istemiyordum, sağ olsun arkadaşım beni şaşırtmıyor. Ondan beklediğim şeyleri, yine odan beklediğim yaratıcılıkla söylüyor:
“Buraya girerken, nefret duygusuyla zehirlenmeden çıkmayı dilemiştik. Zehirlenmeden çıkıyoruz.”
Demek ki mücadeleye zehirlenmeden devam edecek...
* * *
Geçen pazar günü Dalton Trumbo’nun, kendisine yapılan onca haksızlık ve hayatından çalınan onca yıla rağmen yaptığı konuşmada nefreti değil sevgiyi anlatmasını, yaraların sarılmasından söz etmesini yazmıştım.
* * *
Can Dündar dün sabaha karşı hepimize şunu söyledi:
“Demokrasi mücadelesine devam etmek için nefret taşımak gerekmiyor.
Hatta öfkeli olmak bile gerekmiyor.
Hatta, gerçek bir demokrasi ve özgürlük mücadelesi vermek istiyorsak eğer...
Önce içimizdeki nefret ve öfkeyi atmayı öğrenmemiz gerekir...
Öğreniyoruz, öğreneceğiz...
Ve kazanacağız...”
* * *
Onlar haksız yere cezaevine girdi.
Zehirlenmeden çıktılar.
Tarih bize hep şu aynı şeyi anlattı ki...
Cezaevine girmeden içi nefret dolu olanlar ise, mutlaka bir gün gelecek.
Ve insan içine çıkamayacaklar.
Acaba nefret taşımamayı sol düşünce mi öğretiyor
DÜN gece yarısından sonra Madrid’de o soru yine aklıma geldi.
12 Mart’ta, 12 Eylül’de, Silivri ara rejimi döneminde birçok arkadaşım cezaevlerinde yattı.
O cezaevlerinin hatırasını içlerinde nefret olarak taşımadılar. Acaba sol düşünce midir insana bu nefreti unutturan...
Nasıl oluyor da insan olarak girdikleri cezaevlerinden yine insan olarak çıkabiliyorlar...
O mahkemeler ki çok ana bedduası aldı, bu ise ana duası
BU süreçte bir Cumhuriyet kadını tanıdık.
Onu aynı zamanda bir anne olarak da tanıdık.
Can Dündar’ın annesini sevdik... Çok sevdik onu...
Ve duruşunu...
Dün sabaha karşı, evladının çıktığını öğrendiğinde söylediği sözleri hiç unutmayacağız:
“Hâkimlerimizle gurur duyuyorum” dedi.
Bir ananın adalet duasıdır bu...
Adalet, haksızlığa uğramış evlatların analarının duasını almaya başladığı zaman, bazı şeyler değişecek demektir.
Bu gözler başka hâkimler, başka mahkemeler de gördü...
27 Mayıs hâkimleri, 12 Mart,
12 Eylül, Silivri ara rejimi hâkimleri...
Savcıları...
Çok ana ahı aldılar...
Ama ahı çıkıyor işte...
En çok kim sevindi
EMİNİM mahkeme kararına vicdanı olan AKP’liler de çok sevindi. Bülent Arınç’ın, Numan Kurtulmuş’un da çok sevindiğini tahmin ediyorum. Ama en çok sevinenin Başbakan Ahmet Davutoğlu olduğuna eminim. Artık Batı
ülkelerine başı daha
dik gidecek.
Türkçe konuşan bütün dilenciler bana mı rastladı
HAYALİ iltica günlerimin üçüncüsünde Madrid’deyim.
Bu defa şehri çok sevdim.
Dolaşırken iki ayrı yerde yanıma gelen iki dilencinin ikisi de Türkçe konuşuyordu. Hem de öyle sonradan öğrenme birkaç kelime değil, basbayağı Türkiye Türkçesi ile.
Acaba şehirde Türkçe konuşan iki dilencinin ikisi de bana mı rastladı, yoksa, Madrid’de çok fazla dilenci mi var...
Araştıracağım...
Bahtsız mülteci
DÜN gece yarısından itibaren çevremde birçok insan birbirine Pharrell Williams’ın harika şarkısını gönderiyor:
“Freedom...”
Yani hürriyet... Özgürlük...
İki gazetecinin özgürlüğe kavuşması toplumun bir bölümüne bu kadar büyük bir özgürlük duygusu ve sevinci vermişse...
Arkadaş, demek ki biz de içerideymişiz yahu...
Şanssız bir günde iltica etmişim.
Bugün Türkiye’de
olup bu özgürlük
şarkısını birlikte söylemek lazımdı...
Ama biliyorum ki, daha çekilecek epey azap var...
Sokağa bakan adama sırtımı dönüp düşündüm
MADRİD’de dar bir sokağın başındayım.
Aşağı doğru inen üç-beş basamak var.
Merdivenin başında, bir erkek heykeli duruyor.
Sırtını ana caddeye dönmüş, aşağıdaki dar sokağa bakıyor.
Sokağın sağ tarafındaki bina Arapların kente hakimiyeti sırasında yapılmış bir camiymiş.
Hıristiyanlar gelince binayı kiliseye çevirmiş.
Şimdiyse kamusal bir bina olarak kullanılıyormuş.
Camiden kalan birkaç bölüm ise aşağıda muhafaza ediliyor ve şimdi şehrin kültürel
varlığı içine girmiş.
Ben de adama sırtımı dönüp caddeye bakarak oturdum.
Bir şehrin hakikatini nereden öğrenebiliriz?
Ara sokaklarına dalarak mı, yoksa ana caddelerinde volta atarak mı...
Bir şehrin, bir ülkenin ruhunu nasıl okuyabiliriz.
Sadece ana akımına bakarak mı...
Yoksa küçük, marjinal denilen ara sokaklarına da bakarak mı...
Paylaş