İstanbul’un Kasımpaşa’sının, İzmir’in Eşrefpaşa’sının delikanlılarını görürüm. İspanyol paça pantolon altındaki yüksek yumurta gibi topuklu ayakkabıları giyen delikanlıları düşünürüm.
Sapına kadar delikanlıdırlar.
Huysuzdurlar, durup dururken omuz atarlar.
Müesses nizamı iplemezler.
Yumurta topuğun bir raconu, adabı, ahlakı vardır; bünyeye zarar verecek şeylere asla tamah etmezler.
Yani benim kafamda patlayan yumurta başka bir şeydir.
Kafaya atılır; ıskalanır; maazallah insanın tam vicdanına isabet eder.
Çok acıtır...
En çok da Kasımpaşalılarla Eşrefpaşalıların canını acıtır.
Çünkü onlar “yumurta” denince, hemen “yumurta topuk” anlarlar.
Bir duruş, faça, bünye, karizma...
Çünkü; yumurta, yumurta topuğun raconunu fena halde bozar.
Mostrayı hacamat eder.
O yüzden kenar mahalle delikanlıları mermiden korkmaz, yumurtadan korkarlar.
Vicdanlarında yumurta patladığında, gönüllerinde o şarkı patlar:
“Sana sevdanın yolları, bana yumurtalar...”
Diyorum ya; yumurta feci halde siyasi bir şeydir, beni aşar, sizi de aşar, onu da...
Ama bir şeyi daha unutmayın.
Hepimiz aynı yumurta sepetindeyiz.
* * *
Genel yayın yönetmenliğinden ayrıldıktan sonra 17 üniversitede, ağzına kadar dolu salonlarda konuşmalar yaptım.
Bana, “Sakın gitme, yumurta atarlar” dediler.
“Atsınlar” dedim.
Karşıma öfkeli gençler çıktı. Yüzüme “Sermayenin uşağı”, “Emperyalizmin ajanı” şunun köpeği, bunun maymunu diye haykırdılar.
Yarabbi şükür demedim, ne yaptım biliyor musunuz?
Ben de sloganları onlarla birlikte alkışladım.
Bir de şunu söyledim:
“Bir gün siz de benim gibi böyle büyük kurumların başında görev yaparsanız, sonra üniversitelerdeki öğrencilerin karşısına çıkınca size de böyle şeyler söylerlerse bana söz verin: Siz de benim gibi yapıp alkışlayacaksınız” dedim.
* * *
Müesses nizamın yeni muktedirleri, size sesleniyorum.
Siz de aynısı yapın...
Onlar “yumurta topuk” yaşındalar.
Onlar Eşrefpaşa’dan, Kasımpaşa’dan gelen çocuklar.
Zamanında siz de öyleydiniz.
Sizin de yumurta topuklu ayakkabılarınız vardı, huysuzdunuz. Durup dururken “müesses nizama” çakardınız, durup dururken omuz atardınız.
Her gün ona buna görünmeyen yumurtalar atardınız.
Şimdi onlar görünen yumurtalar attılar diye kızmayın.
Ha hayali yumurta, ha sahici...
Öfke aynı öfkeyse, aradan 30 yıl, 40 yıl, yarım asır geçmiş ne fark eder...
Bu kadar mı yaşlandınız? Bu kadar mı balkona kaçan topu kesecek kadar katılaştınız...
Bırakın atsınlar.
Onların yumurtası varsa, sizin de şemsiyelerinizi açacak adamlarınız var.
Bırakın bin yumurta atılsın, bin şemsiye açılsın...
* * *
Bir zamanlar bizler “müesses nizama” ifrit olurduk, şimdi onlar kızıyor.
Kader...
“Müesses nizam” olmanın keyfi de var, bedeli de...
Bir gün herkes müesses nizam olmanın ıstırabını tadacak.