Paylaş
Bir de şeytan...
Lucifer olanı, yani şeytan, dürtüyor. Kalk git diyor.
Öteki olanı, yani keçi, inatçı, “Engelleseler bile tırsma, yürü, üzerine üzerine git” diyor.
Bir de yukarıda Allah var... Beni yaratan...
O da bana bir natura vermiş, tabiatımı yani.
Şeytanlaşıyor, keçileşiyor. İnatlaşıyor, üzerine üzerine gidiyor, gıcık veriyor, gıcıklıyor...
Ölmeden önce yapmak istediğim şeylerin listesi cebimde.
“El Kaide var. Sakın gitme” dediler.
Yemen’e gittim. Hem de El Kaide’nin cirit attığı Hadramut’a...
Şibam sokaklarında gezdim. Şibam’a yukarıdan bakan bir dağın tepesinde Pink Floyd dinledim.
Kafamın içindeki son duvar kalıntılarını tarumar ettim.
* * *
Siz bugün bu yazıyı okurken, hayatım boyunca beni hep “Alice Harikalar Diyarında” bir çocuk olarak bırakan Peter Pan’ın doğduğu yere gidiyorum.
Disney Dünyası’ına...
Bu yıl o dünyanın doğumunun 90’ıncı yılı.
Disney, “Entertainment”, yani eğlence kavramının başkenti...
Bir hafta boyunca Disney’in dünyasında gezeceğim. Kurulduğu günden beri hayranlıkla izlediğim müthiş başarı hikâyesi, Pixar’ın koridorlarında dolaşacağım.
Disney’in satın aldığı Lucas Film’in “Star Wars” kainatında volta atacağım.
Bir de Marvel Dünyası’na gideceğim.
Yani süper güçlere sahip hayal kahramanlarımla birlikte olacağım.
Torunumla bana aynı filmi aynı keyifle seyrettirmenin sırrını öğrenmeye çalışacağım.
Tabii bunları size de anlatacağım.
Hay Allah nasıl oluyor da onlar hâlâ ayaklarının üzerinde duruyor
DAHA bugünden Disney Dünyası’na girdim ya...
Kafam Marvel karakterleriyle dolu...
Türk basınında bazı isimleri okudukça Marvel karakterlerinden oluşan “Yenilmezler” filmi geliyor aklıma.
Iron Man, Thor, Hulk...
1960’larda çizgi roman döneminde kalan bu insanlar nasıl oluyor da bugün hâlâ ayakta kalabiliyorlar?
Filmleri 1 milyar dolara yakın iş yapıyor?
Nedir bu “yenilmezliğin sırrı”.
Tabii bunu düşününce, son 2-3 yılda adını sık sık duyduğum bazı gazetecileri düşündüm...
İşini kaybettiği halde kaybolmayan gazetecileri...
Şöyle bir galeri çıktı gözümün önüne:
BAŞBAKAN UÇAĞININ ‘ABİ’Sİ ŞİMDİ ÖZGÜL AĞIRLIKLI ABİ
-HASAN CEMAL
Onu tanıdığımda Cumhuriyet gazetesinin Ankara temsilcisiydi.
Sonra genel yayın yönetmeni oldu.
Bana “Hayran olduğun 5 genel yayın yönetmenini say” deseler.
İkisi banko yabancı, üçü banko Türk.
Biri mutlaka Hasan Cemal...
1960’lardan bu yana Türkiye’de siyasi olan ne varsa, hepsini tanımış, yaşamış.
Doğru yapmış, yanılmış.
Ama yanıldığını hiç saklamamış...
“Bir insan yanlışında da samimi olamaz mı” sorusuna “Tabii ki olabilir” cevabını verecek kadar medeni iseniz ve bir örnek vermeniz gerekirse...
İşte Hasan Cemal...
“Kâğıt üzerinde” üstünü çizseniz, yok etseniz bile, hayattan yok edemeyeceğiniz bir isim.
O bir Marvel kahramanı...
En Iron Man hangisidir derseniz? İşte o...
“Yenilmez”, “yenilemez” bir gazeteci.
KADINDAN KORKARIM, ONDAN DAHA DA FAZLA KORKARIM
-NURAY MERT
Nuray Mert’ten korkarım.
Ama en çok ona duyduğum saygıdan dolayı korkarım.
Bir gün bana “En büyük intikam mutlu olmaktır” demişti. Ben de eklemiştim:
“Bir de ayakta kalabilmek... Dizlerinin üzerine çökmek zorunda bırakılsan bile diz çökmemek...”
İnsanlar her zaman adlarını ve soyadlarını hak etmezler..
Veya o ada ve soyadın manasına layıktırlar..
Nuray, Mert soyadını hak eden kadındır. Herkes giderken Mersin’e, o tersine gitmeyi bilir.
Meydan okuyarak, riskini alarak, bedelini ödeyerek...
O da bir “Yenilmez”, “yenilemez”, “yok edilemez”...
Dimdik bir siyasi duruşun, kadınlıktan asla vazgeçmek anlamına gelmediğini, giyimiyle, duruşuyla, bakışıyla her an ispatladığı için, Natasha Romanoff diyeceğim...
Ama o “Karadul” değil...
Yine de bir benzerlikleri var. Hayatlarının çeşitli dönemlerinde, çeşitli güçlere karşı savaşmışlar.
Askeri vesayette, askere, sivil vesayette sivile karşı...
Maria Hill... desem, o da tam değil.
O nedenle sadece “Yenilmez” deyip geçeyim, ve boşu boşuna fırça yemeyeyim...
LONDRA’YA BIYIKLI GİTTİ, KÜPELİ GELDİ
-CAN DÜNDAR
Onu 1980’lerin ikinci yarısında tanıdım.
Ben Hürriyet’in Ankara temsilcisiydim. O Tempo dergisinde çalışıyordu.
Yurtdışından henüz dönmüştü.
“Londra’ya bıyıklı gittim, küpeli döndüm” diyen, Julien Clerc saçlı, gözleri cıvıl cıvıl parlayan bir gençti.
Ankara’nın ağır abileri küpelerine takmıştı, ben de onun küpelerine takan ağır abilere...
Ne yaptıysa başarılı oldu.
Kitap yazdı best seller oldu. Belgesel yaptı yıllarca konuştuk.
Köşe yazarı oldu, tıklanma rekorları kırdı.
İşinden atıldı, eminim işsizlikte de en başarılı olacak.
O “Captain Amerika”...
Yani “Captain Türkiye”...
Elindeki kalkan, onu kemgözlere karşı hep korudu... Koruyacak da..
O da bir “yenilmez”, “yenilemez”...
HULK DİYECEĞİM AMA KİLO VERDİ DR. BANNER OLDU
-ORAY EĞİN
İlk gördüğümde karşıma dikilmiş, parmağını gözüme sokmuş, beyaz pantolonlu ve beyaz tişörtlü 16 yaşında bir gençti.
“Babıâli’nin bütün dinozorlarına savaş açacağım” demiş ve devam etmişti:
“Bu listeye siz de girerdiniz ama pazar yazılarınız sizi kurtarıyor” demişti.
Medyaya geldi ve dediğini yaptı.
Bazen Don Kişot gibi yaptı, bazen gerçekten yaptı.
Yani bazen Hulk oldu, köşe yazarlığında devrimler yaptı, yumruğunu vurunca kırdı döktü...
Bazen Dr. Bruce Banner haline döndü.
Her iki halinde de “yenilmez”di, “yenilemez”di...
Her iki halinde de, bu sektörün vasatlarını, aleladeliği, sıradanlığı ciddiyet sanan kalemleri gıcık etti.
“Yenilmezler takımının Hulk’ı” diyeceğim ama işsizliği sırasında bir yandan Columbia Üniversitesi’nde yenilikçilik masterini yaparken...
Bir yandan kilo verdi, spor yaptı...
Yani şimdi Dr. Bruce Banner gibi yakışıklı...
NATASHA ROMANOFF ADI ONA DAHA İYİ YAKIŞIYOR
-ECE TEMELKURAN
İzmirli olacak, kadın olacak ve “yenilir, yutulur lokma” olacak... Olmuyor işte, olamıyor. Köşesini kaybetti, kalemini daha da kazandı. Romanları best seller. Köşesi susturuldu, vicdanı, bir de vicdanının sesi susturulamadı.
Türkiye’den kayboldu, Tunus’ta çıktı... Sonra bir de Gezi’den çıktı.
Korkakların, boyun eğmişlerin, biat ahvadının “karadulu”...
Soktumu öldürmese bile fena acıtıyor, iz bırakıyor. Aşağılık erkek raconunu zerre kadar umursamadığım için ona Natasha Romanoff diyorum.
Cazip kadın da... Yani diklenme raconunu bildiği kadar, kadınlığın kitabını da yazan bir yazar...
O da bir “yenilmez”, “yenilemez.”
ORTADA BİR ÖZ KARDEŞ VAR AMA HANGİSİ ÜVEY HANGİSİ ÖZ
-SONER YALÇIN
Silivri’ye ziyarete gittiğimde onu kilo vermiş, azimli ve kararlı görmüştüm.
“Ekibin Loki’si bu” demiştim. Thor’un üvey kardeşi.
Sonra düşünmüştüm.
Aslında Thor da o.
Yani kendi kendinin hem öz hem üvey kardeşi bir kişilik.
Ne yazsa tutuyor... Ne dese okunuyor. Silivri zindanına tıkıyorsunuz, Allah vergisi yazma kabiliyetiyle parmaklıkları açıyor, kıvırıyor, oradan bir best seller olarak çıkıyor. Yıkıcı, ama aynı zamanda yıktığını yapıcı...
Tuttuğunu koparıcı...
Devlet gücüyle kapıdan atsanız, okur gücüyle bacadan giriyor.
Diyorum ya bir “yenilmez” o...
“yenilemez...”
Thor’un Loki’si,
Loki’nin Thor’u...
Yenilmezler ekibinin düşmanları kimler
“YENİLMEZLER ekibi” kimlere karşı savaşıyor?
Tabii ki dünyaya, ülkelere hâkim olmaya çalışan güçlere karşı.
-Mesela Baron Zeno, Collector (Koleksiyoncu)...
-Mesela Egghead... Yani yumurta kafalılar...
-Grand Master... Onları yok etmek için oraya buraya emir veren “Büyük beyin...”
-Master of Evil: Baş şeytan...
Tabii ki ben bu kişiliklerin karşısına kimleri koymam gerektiğini bilmiyorum. İsteyen istediğini koysun.
Yenilmezlerin bir de başka düşmanı var:
-Yerçekimi...
Yani onlar yükselmeye, her şeyin üzerine çıkmaya ve hep zirvede kalmaya çalıştıkça, onları kıskanıp aşağılara, kendi seviyelerine çekmeye çalışan güç ve güçler...
Paylaş