LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
FIKRAYI, Tempo Dergisi'nin bu hafta verdiği kitapçıkta okudum. Temel ve arkadaşları kahvede oturuyormuş.
Birisi, ‘‘Yahu arkadaşlar, karım galiba beni bir manavla aldatıyor’’ demiş.
Öteki ikisi, ‘‘Nasıl anladın’’ deyince şu cevabı vermiş:
‘‘Dün yatağımızın altında bir karpuz buldum.’’
Olayı dinleyen ikinci arkadaş söze girmiş:
‘‘Galiba benimki de beni bir marangozla aldatıyor, çünkü ben de yatağımızın altında bir testere buldum.’’
O ana kadar arkadaşlarını dinleyen Temel birden dövünmeye başlamış:
‘‘Aman Allahım. Meğer ben ne salakmışım. Şimdi meseleyi çözdüm. Karım beni kesinlikle bir atla aldatıyor.’’
Arkadaşları ‘‘Nasıl anladın’’ diye sorunca Temel cevabı vermiş:
‘‘Çünkü yatağımızın altında bir jokey buldum.’’
* * *
Benim yazılarımda fıkra anlatmak gibi bir alışkanlığım yoktur.
Hatta bizim çevremizde fıkra yazan köşe yazarları biraz da ti'ye alınır.
Bu fıkrayı şundan aktarıyorum.
Cinsellik ve aldatma, mizahın en güçlü konularından biri.
Küçüklüğümde, Toto Karaca ve Ali Sururi'nin İstanbul Tiyatrosu'na giderdim.
Oyunların konusu çoğunlukla, karısını veya kocasını aldatan eşlerle ilgili olurdu.
Seyirci de gülmekten kırılırdı.
Onu yaşayan eş veya sevgili için ağır bir trajedi olan aldatma, başkaları için neden bu kadar komiktir?
* * *
Yoksa Fransızların ‘‘Birilerinin mutsuzluğu, ötekilerin mutluluğudur’’ sözü yüzünden mi?
Ama başkalarının bütün mutsuzluklarına, dramlarına gülmüyoruz da iş cinselliğe ve aldatmaya gelince, kahkahadan kırılıyoruz.
Sık sık şunu düşünürüm.
Aldatma veya aldatılma olayını neden bu kadar komik hale getiririz?
‘‘Nasılsa bizim başımıza gelmez’’ rahatlığından mı, yoksa ‘‘Herkesin başına gelir’’ vurdumduymazlığından mı?
Bir de şunu düşünürüm. Bunu yaşayan insan acaba gerçekten ne hisseder?
Mesela, bir kadınla beraberken, kocası tarafından basılıp dolaba saklanan insan hikáyesi...
Ben böyle durumlarda hep ‘‘Kırmızılı Kadın’’ filmini hatırlarım.
Güzel bir kadınla beraber olan sıradan evli erkek, daha ilk gece, kıskanç kocanın baskınına uğrar.
Kadın pencereyi açıp, onu binanın kenarındaki çok dar platformun üzerine bırakır.
Binanın onuncu katında çırılçıplak adamı gören insanlar, itfaiyeye haber verirler. Tabii itfaiye gelince televizyon kameraları da gelir.
Sonunda canlı yayına çıkar ve o sırada kahvaltı etmekte olan eşi de, onu seyreder.
* * *
Sizin hiç böyle basılıp dolaba saklanmak zorunda kalan bir tanıdığınız oldu mu?
Benim oldu.
Ama kıskanç eşe değil, beraber olduğu evli kadının annesine.
Onlar beraberken kadının annesi kapıya dayanmış, arkadaşım da çırılçıplak dolaba saklanmak zorunda kalmış.
Kadının annesi yarım saate yakın evden ve odadan ayrılmamış.
Bunu anlattığı zaman, ‘‘Orada dolabın içinde çırılçıplak ne hissettin’’ diye sordum.
Anlattı.
Önce ‘‘Ya dolabı açarsa’’ diye çok heyecanlanmış.
Sonra nasılsa hemen gider diye kendi kendini rahatlatmış.
Bir süre konuşulanları dinleyip oyalanmış.
Sonra...
‘‘Sonra canım sıkılmaya başladı. Başka şeyler düşünüp vakit öldürmeye çalıştım’’ dedi.
Ama şunu da eklemeyi ihmal etmedi:
‘‘Dolabın içinde çırılçıplak geçirdiğim yarım saat bana 24 saat kadar uzun geldi.’’
* * *
Demek ki dolabın içinde hayat kolay değil.
Ama ya dolabın dışındakiler, yani bunu yaşamayıp sadece dinleyenler?
Buna gülünmez de ne yapılır...
Buradan yine dolabın içindekilere, yani aldatma ve aldatılmayı yaşayanlara döneceğim.
Sorum şu:
Sizce Temel'in cevabı ‘‘salaklık mı’’ yoksa ‘‘en akıllı’’ cevap mıdır?
Durun, hemen ‘‘salaklık’’ diye kestirip atmayın.
Mesela şunu da düşünün.
Aldatılan insan sizsiniz ve sevgilinizi veya karınızı çok seviyorsunuz.
Ve devam etmek için bir bahane arıyorsunuz.
Söyleyin böyle bir durumda ‘‘jokeyin’’ yerine koyacağınız ‘‘attan’’ daha akıllıca bir bahane olabilir mi...
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Yazarın Tüm Yazıları