Yargılanmak istemiyorsanız, yargılamayın

EREN Talu’yla yapılan mülakat tabii ki dikkatimi aşk’a çevirdi.

Haberin Devamı

Bizim yaşadıklarımız, başkalarının yaşadıkları, kitaplarda okuduklarımız, şarkılarda dinlediklerimiz, filmlerde seyrettiklerimiz.

Cinayetler.

Ve Eren Talu ile Defne Samyeli’nin yaşadıkları...

Alt alta koyduğunuzda önümüze o klasik soru geliyor:

Aşk marazi bir şey midir?

* * *


Geçen hafta Paris’te çok ilginç bir kitap aldım.

Fransa’nın tanınmış filozoflarından Alain Badiou’nun geçen yıl çıkan “Eloge de l’amour” (*) adlı kitabıydı.

Türkçesi şu: “Aşka övgü...”

Kitap büyük ölçüde Rimbaud’nun “Aşk yeniden icat edilmelidir” cümlesi üzerine kurulu.

Hepimizin kafasındaki çözülmemiş, ebedi soru nedir?

Bir: Aşk ölüme mahkûm bir şey midir? İki: Aşkı ne öldürür?

Yazara göre aşkın en büyük iki düşmanı şu:

“Çok güven verici bir kontrat arayışı.”

Ve “Sınırlandırılmış bir hazzın rahatlığını aramak.”

Yani evlenmek veya iyice bağlanmak; bir de hazzı hep “etik” bir muhafazanın içinde korumak.

Bunun tersinden düşünürsek, aşkın ömrünü uzatan şey ne olacaktır:

“İki kişi arasındaki aşk ilişkisinin her zaman risk taşıması.”

Yani, terk edilme, aldatılma...

Ve “Hazzı sınırlayacak bir rahatlıktan kaçınmak.”

Yani “Özgür bir cinselliği yaşayabilmek.”

Alain Badiou, aşkın ömrünü uzatacak, onu yaşatacak formülü, Rimbaud’nun “Aşk yeniden icat edilmeli” sözünü şöyle açıklıyor:

“Aşkta güven ve rahatlık arayışına karşı, riski ve macerayı yeniden keşfetmeli.”

* * *

Haberin Devamı


Ben bir erkeğim, bir Türk erkeğiyim, üstelik kendine bayağı güvenen bir erkeğim.

Ama “aşkı yeniden icat etmeyi” böyle tarif etmek, beni korkutuyor.

Çünkü her erkek, âşık olduğu bir kadın gövdesi karşısında vecd ederken, mutlaka kaybetme korkusunu yaşar.

Ama şu da doğru.

Acaba bu korkunun ilacı, kadını zapturapt altına alacak bir “güven arayışı” mı olmalı?

Yoksa o riski ve macerayı, aşk için ödenmesi zaruri bir bedel olarak içimizde canlı mı tutmalıyız?

“Kaybetme korkusu...”

Dün, Eren Talu’nun içine çökmüş gözlerinde okuduğum şey, korkudan sonraki son noktaydı.

Yani ölüm?

Aşkın ölümü.

Bu kadar konuştuğuna göre, artık, onun için aşkın “risk” ve “macera” sınırı da aşılmıştı.

Tabii ki ben olayı “erkek” tarafından bakarak yazıyorum.

Bir kadın yazar da, “kadın” tarafından bakarak yazmalı.

* * *

Haberin Devamı


Öyleyse, biten aşk nedir?

Platon, “Aşk deneyimi, düşünceyi davet edecek bir şeye doğru atılımdır” diyor.

Yani, “Arzu edelim veya etmeyelim, güzel bir gövdeye hayran olmak, ‘güzel’ fikrine doğru gidiştir.”

Ama “aşk” sadece “güzel” fikrine ulaşmaktan ibaret olamaz.

“Arzu” denilen şey de önemli değil mi?

Simon de Beauvoir, “İkinci Seks” kitabında çok ilginç bir ilişki sonrası gözlemini anlatıyor:

“Sevişmeden sonra erkeğe, kadın gövdesinin yavan ve pelte gibi bir şey olduğu duygusu yayılır. Aynı şey kadın için de geçerlidir. Sevişmeden sonra erkek onun gözünde, çirkin ve gülünç bir şey haline gelir.”

VE SONUÇ:

Ben kendi payıma bu düşünceye katılmıyorum.

Tam aksine, kadın gövdesinin sevişmeden sonra daha güzelleştiğini düşünüyorum.

Ama bir an için bu büyük yazarın kadınsı gözleminin geçerli olduğunu düşünelim.

O zaman aşk dediğimiz bu risk, korku ve macera yumağında, böyle bir “gözden düşme” anı da söz konusu ise, bir erkeği kadına, kadını erkeğe bağlayan başka bir şeylerin de olması gerekir.

Vardır.

Bir kadınla bir erkeğin ilişkisi veya aynı seksten iki kişinin ilişkisi çok karmaşıktır.

Tekrar ediyorum, kozanın içinde olup biteni, dışardan anlamak mümkün değildir.

O nedenle tavsiyem, Eren Talu ile Defne Samyeli’ni kendi kaderleri ile baş başa bırakın.

Bir gün yargılanmak istemiyorsanız, siz de yargılamayın.

Sizin de başınıza gelebilir.

Alain Badiou, avec Nicolas Truong: “Eloge de l’amour”, Cafe Voltaire, Flammarion, Paris, 2009

Yazarın Tüm Yazıları